“Aman Allahım! Hasankale’deki o ses! Evet, yine o meczub!”

A -
A +
Günlerdir uykularını kaçıran ses yine kulakları tırmalayacak kadar haykırıyordu!
 
Garip bir ses duyunca, elinde olmadan arkaya döndü, etrafına bakındı İbrahim Hakkı. Yanında bir şey olup olmadığını kontrol etmek için ceplerini yokladı. Ne yazık ki hiçbir şeyi yoktu. Yine tek başınaydı ve tek silahı çıplak elleriydi.
“Heyyy! Onu gören var mı?” Evet yanlış duymuyordu. Günlerdir uykularını kaçıran ses yine kulakları tırmalayacak kadar haykırıyordu; “Onu gören, bilen, bulan var mı?” Vücudu tir tir titremeye başladı.
“Aman Allahım! Hasankale’deki o ses! O meczub!” Kalpleri hoplatan ses, odayı doldurarak küçük pencerelerden dışarı taşıyordu sanki. Yeniden “Onu arıyorum! Onu ...” diye gürledi. Etrafına bakındı İbrahim Hakkı; kimsecikler yoktu. Duvardan mı, pencereden mi, nereden geldiğini tam kestiremiyordu.
“Burada ne işin var?” diyebildi kısık bir sesle.
“Tanıdım o! Heyy! Neden görünmüyorsun? Hay Allah! Yine sustu, kayboldu! Yok, yok ben rüya görüyorum!” dedi, kendi kendine söylenip durdu bir müddet.
Elindeki kitabı havaya kaldırıp yürüdü, “Bismillah” deyip nazikçe raftaki yerine sıkıştırdı. Kendini fena hissediyordu. Taş duvarlar, üstündeki kubbe dönüyor gibiydi. Yorgun bedenini zorlayarak bahçeye çıkan kapıdan dışarı attı. Yaşadıklarından dolayı beyni çatlamış, paramparça olmuş gibiydi. Kalbi sıkışıyor, başı bu sefer daha çok ağrıyordu. Görünmez bir kanın derisinden girip içine süzüldüğünü, kalbine doğru ilerlediğini sanıyor, göğsünü yumrukluyor, saçlarını avuçluyor, dişlerini sıkıyordu...
“İyi ki Firdevs yanımda yok, korkardı garibim” dedi sadece.
Şüphe üzerine şüphe adamı yorar,
Ömür boyu insan, sevdiğini arar.
                  ***
Aniden yön değiştirip şüphe dolu, mücadele hırsıyla çeşmeye doğru yürüdü Molla İbrahim Hakkı… Tillo’ya ilk geldiği günü, bu çeşmeden su dolduran ihtiyara yardım edişini, testiyi kırma hadisesini ve hocasına su götürmesini, talebelerin o günkü öfkesini hatırladı. “Hey gidi hey!” dedi, başını salladı. O şimdi kendine musallat olan ve uykularını kaçıran bu hayâletin nüfuzundan kurtulamamanın derdindeydi. Neyi, nasıl yapacağını bilemiyordu. Her daim nefsine mukavemet ediyor, direniyor, yorgun düşüyordu. Bugün de kalbi çarpıyor, sık sık nefes alıp veriyor, dışarıda olduğu hâlde göğsünün daraldığına şahit oluyordu… Dişlerini sıktı, elinde olmadan düşünceli düşünceli başını kaldırdı. Bir de ne görsün gönlünün sultanı İsmail Fakirullah hazretleri ona doğru gelmiyor mu? Yine tebessüm ediyordu:
- Meczubu düşünüyorsun öyle mi?
- Efendim pek şaşkınım! Biraz önce “Onu arıyorum onu” diye bağırıyordu kulağımın dibinde.
- Demek ki o da senin gibi aradığını bulamamış!
- Anlamadım efendim, bağışlayın!
- Anlaşılınca ve dahi bulunca sır da çözülmüş olacak!
- Şeyy! Hiçbir şey anlamadım hocam!
- Anlayacaksın, anlayacaksın İbrahim! Bulunca ve olunca meseleyi de anlayacaksın!
- Peki hocam; bulmak için, olmak için ne yapmak lazım?
- Yanmak lazım İbrahim, yanmak! Yanmadan olunmaz, olmadan da aradığın bulunmaz! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.