"Evet, çıra ve ateş! Sonrası cayır cayır yanmak!.."

A -
A +
"Demek ki; tutuşmak için odun olmak yetmiyormuş; çıra olmak lazım efendim!"
 
İsmail Fakirullah hazretleri:
- Bak mollam!.. Bu ibretlik kıssa sana! Üç pervane bir gün “ateşin ne olduğu” üzerine münakaşa ve münazara etmişler... Biri ateşe uzaktan bakmış bakmış ve yanındakilere dönerek; “ateş sadece ışık saçar, etrafı aydınlatır” demiş... İkincisi biraz daha yaklaşmış; “hem ışıtır hem de ısıtır” cevabını vermiş... Bir diğeri ise hızla ateşin içine dalmış. Ateşin; hakiki mânâda ne olduğunu bir o anlamış... Ama gel gör ki bunu hiç kimseye anlatamamış... Muhabbet ve tabi olmak, tam bağlılık da ateşe benzer. Anlamak için; sadece bakmak ya da yalnız yaklaşmak yeterli değildir. İçine girip yanmak lazım İbrahim...
- Demek; tutuşmak için odun olmak yetmiyormuş; çıra olmak lazım efendim!
- Evet, çıra ve ateş! Sonrası cayır cayır yanmak! Yanıp kül olmak, rüzgârda savrulup hepten yok olmak!
Yanmak lazımmış hem de ne yanmak!
Maşuku daim her yerde anmak!
               ***
Geniş bahçeyi çevreleyen yaşlı selvi ağaçlardan birinin gölgesine sığınmıştı İbrahim. Yine o sesi duyacak ve arkadaşlarına anlatamayacaktı. Onların garip bakışlarından imtina ediyor, çekiniyordu. Kuytu bir köşeye gizlenmiş olsa da dergâhtakilerin gözleri üzerindeydi, sadece onu gözlüyor, onu konuşuyorlardı. Bu durum daha ne kadar devam edecekti? Hiç belli değildi…
- Şu Erzurumlu Molla İbrahim var ya; yalnız kalmayı tercih ediyor hep!
- Bir sebebi veya çilesi var demek!
- Ondaki kabiliyet ve sabır... Dağına göre kar vermiş Rabbim!
- Gece gündüz tefekkür ve ibadet...
- Ta Erzurum’dan kalk gel, sırça köşke otur! Ne nasipli, ne nasipli, maşallah!
- Hocamızın gözdesi! Üzerine titriyor âdeta!
- Hocamın nazarında onun gibi olmayı çok isterdim!
- Demek, istemek kâfi değilmiş!
- Ailesini, çoluk çocuğunu da terk etmiş diyorlar.
- Hocasına âşık. Ailesini hesaba katacak hâl kalmamış Erzurumluda!
- Talebe dediğin böyle olur. Evini, sevdiklerini hocası için bırakmak kolay mı?
- Gıpta etmemek ne mümkün!
- O seçilmiş canlar!
- Maşallah! Maşallah! Ne diyelim; darısı bizim başımıza...
Çalış çabala; deme; ne olacak?
Emek olmadan hiç tüter mi ocak?
            ***
Her vuruşu yavaş fakat isabetliydi… Huşu içinde duvar dibine istif edilmiş odunları kesmekle meşgul İbrahim. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu lakin iyice yorulmuştu. Güneşte parıldayan baltayı tekrar kaldırıp kütüğe indirecekti ki; hay aksilik, dengesini kaybetti, baltayla birlikte arkası üzerine düştü.
Sanki duvarın öbür yüzünde, o anı bekliyormuş gibi İsmail Fakirullah hazretleri çıkıverdi ortaya, İbrahim Hakkı’yı tuttuğu gibi kaldırdı.
- İbrahim’im baltayı elinizde çok sıkarsanız eliniz su toplar, parmaklarınız çabuk yorulur.
- Hocam!
- Her şey yerinde ve yeterince olmalı! Ne fazla, ne eksik! Tesbih taneleri gibi!
- Tesbih gibi sıralı! Hep aynı!
- Yani; otuz üç kere çekilecek; tesbihi otuz beş çekmek, elliye çıkarmak maksada kavuşturmaz!
- Öyledir hocam! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.