Âhiret derdiyle ağlamayan göz neye yarar ki!..

A -
A +
İki talebe fısıldaşarak bir şeylerden bahsediyorlardı. Mevzu yine İbrahim Hakkı ve hocasıydı...
 
Bir cebindeki mektubu, içindeki hasret dolu satırları düşündü, bir etrafına bakındı, bir de Tillo’nun kabirlerine doğru…
“Dünya ve âhiret yan yana…” kelimeleri dökülüverdi titrek dudaklarından Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin.
Sonra talebelerine hitaben buyurdular ki:
- Ey aziz kardeşlerim o Mevla’nın veli kulu ve Resûlullah’ın vârisi, pirimiz şeyh İsmail Fakirullah hazretleri öyle büyük öyle büyüktü ki... Soyu âlimler neslindendir. Zira yanında yakınında Hak teâlânın ismi anılsa “Celle şanühü” derdi. Bütün bidatlerden sakınır, sünnetleri asla terk etmezdi. Çok büyüktü çook! Dünya serî-üz zevâldir yani pek çabuk geçendir. İsmail Fakirullah hazretleri bir sohbetinde buyurmuşlardı ki: “Her gelen muayyen bir müddet yaşar. Bazısı genç, bazısı yaşlanmış bir şekilde âhirete intikâl eder. Ne saadet bu imtihanı verebilenlere...”
İki talebe fısıldaşarak bir şeylerden bahsediyorlardı. Mevzu yine İbrahim Hakkı ve hocasıydı:
- Fakirullah Hazretlerini unutamıyor.
- Unutulacak zat değildi ki!
- Bu ne güzel sadakat ya Rabbim!
- Talebe dediğin böyle olur!
Âhiret derdiyle ağlamayan göz neye yarar.
Dünya için dökülenlerin ise hesabı var.
              ***
Sabah erkenden yine dağına çıkmıştı. Tek başına gri taşlardan birinin üzerine oturmuş, gözlerinden birbiri ardı sıra yuvarlanan billurdan yaşlar arasından kaçamak bakışlarla Tillo’yu seyrediyordu. Tillo derken; hocasının ebedî istirahatgâhı olan kabri şerifin üzerindeydi bakışları. Yakuttan çimenlerin sarı, yeşil parıltısı gözlerini kamaştırıyordu. Uzayıp giden yolları yer yer gözden saklayan iğdelerden, ıhlamurlardan insanı mest eden nefis kokular yayılıyordu. “Hocam da bu kokuları pek severdi” dedi, derinden bir “ah” çekti!
Bu tepede yollar, sokaklar, merkezinde hocasının kabri bulunan huzur beldesine iniyordu. İniyordu da o; “hocamın üzerinde doğmayan güneşi ben neyleyeyim” diyor, bulduğunu kaybetmenin acısıyla yanıyordu. Burası ne güzel bir mekândı lakin bu mekâna münasip bir İbrahim Hakkı yok diye düşünüyordu. Bir de Tefekkür Tepesinden doğan ilk güneş ışıklarının hocasının kabri şerifine düşmesi için yapabileceği düzeneği düşünüyordu. Aklı fikri hep hocasındaydı.
Bütün kurumuş nebatat her bahar,
Yeşerir, topraktan yeniden doğar.
                                               ***
              MEMLEKET HASRETİ Mİ HOCA HASRETİ Mİ?
Uzun süren kış ayları sonundaki bahar; hayatın da müjdecisi sayılıyordu. Kara bulutlar çoktan dağılmış, yerini masmavi gökyüzüne bırakmıştı. Yılan gibi kıvrıla kıvrıla akan dereler, çaylar, muhabbet ninnileri söyleyerek coşup gidiyordu deryalara ulaşmak için... “Sular deryalara, âşıklar maşuklarına kavuşmak için çırpınıyor” dedi, etrafı seyrederken İbrahim Hakkı.
Her taraf rengârenk tomurcuk ve çiçeklere bürünmüştü. Uykudan uyanan böcekler yuvalarından çıkarak çoktan kış hazırlıklarına başlamışlardı bile... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.