“Bana da geldiği zaman, böyle gelecek ölüm!..”

A -
A +
Nice hatıralar, hisler içinde ilk gece yüz yüze kaldığı odaya girdi İbrahim Hakkı hazretleri.
 
Ebemkuşağı, rahmetin yağdığı havalarda altın rengi güneşi görünce çıkardı. O da gökyüzünde her an herkesi ısıtan güneş olmaya karar vermişti, Firdevs’inin ise batmayan güneşi olacaktı...
Nice hatıralar, hisler içinde ilk gece yüz yüze kaldığı odaya girdi İbrahim Hakkı hazretleri.
Sanki yatakla aynı seviyeye gelmiş gibi yatıyordu Firdevs’i. Üzerinde yorgan vardı ama ilk bakışta yorganın altında birinin olduğunu anlamak kolay olmuyordu. Senelerin hasreti eritmemişti de birkaç haftalık dert, genç bedenini bitirmeye yetmişti. Neredeyse bir yorgan inceliği hâline getirmişti âdeta. Başı devamlı surette yandaki duvara çevriliydi. Herkesin gördüğü ile onun gördüğünün aynı olduğu şüpheliydi. Ara sıra, incecik derisinin altından damarları dışarı çıkacak gibi duran ellerini, sanki bir şeye uzanıyor gibi yukarı kaldırmaya çalışıyor. Bir şey sorulmazsa, ağzından kendiliğinden çıkan tek kelime su istemeyle alâkalıydı. “Birazcık su…” O kadar ağır hasta olunca insan, acaba bu yatakta geçen günlerinde, neleri düşünür, hangi hatıralarını yaşardı fersiz gözlerinde bilinmezdi?
Bazen çocuk yaşta veremden ölen kardeşini görüp ağlıyor, bazen ölmüş bir başka yakınının ismini sayıklıyordu yattığı yerde. Uyuyup uyumadığı tam anlaşılamadığı için, rüyasında mı yoksa gözleri açıkken mi gördüğünü kimse kestiremiyordu. Bir insanın gözleri nasıl bu kadar içeri göçer kısa zamanda? İnci gibi sıralı dişleri, ağzını açtığında nur saçıyordu hâlâ. Çenesi iyice sivrilmiş, burun kanatları düşmüştü. Yüzüne iyice yaklaşıp seslenince, dönüp sesin geldiği tarafa bakıyor ama tanıyıp tanımadığından emin olunamıyordu. Bakışlarında, çaresizlik okunuyordu.
Bir dünya güzelini, hayran kaldığı sevgili hatununu, bir yatakta böyle boylu boyunca mecalsiz yatarken görmek çok acı veriyordu. Sağa sola çevrildiğinde mümkün olduğu kadar yavaş hareket ettirilmesine rağmen çok ızdırap çektiği anlaşılıyordu. Arada bir, belli belirsiz; “Allahım kurtar artık! İbrahim Hakkı nerdesin?” dediği duyuluyor, oradakileri derin üzüntüye gark ediyordu. İbrahim Hakkı hazretleriyse her ismi geçtikçe bir hançer darbesi yemiş gibi irkiliyor, iyice kahırlanıyordu. En acı çektiği anda en sevdiğini düşünebilmenin adıydı karasevda… Onlar birbirine âşık değil karasevdalıydılar, ayrılık acıları da o kadar büyüktü.
Odayı ne kadar havalandırsalar da, çok kısa bir süre içinde yine kendine has kokusuyla ağırlaşıyordu. Buna “ölüm kokusu” diyenler olduğu gibi, “ölüm ağırlığı” diyenler de vardı. Herkes bu ölüm döşeğindeki genç gelinin hâlinde kendi ölümünü görür gibi meyus oluyor, üzülüyordu. “Bana da geldiği zaman, böyle gelecek ölüm!” dediği gibi, “bu benim kendi hastalığım” diye düşünenler de vardı ister istemez.
Bütün ailesinden ve hayatta kendine yakın hissettiği her kim varsa tamamını görmüş, helâllik almıştı. Yanındayken zaman o kadar ağır akıyordu ki, sessizce oturup insan kendi kalbinin sesini dinleyebilirdi. Hayat denilen şeyin ne kadar farklı şekilleri olduğunu düşünüyordu İbrahim... DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.