"Kusura bakmayın; sözünüzdeki sırrı anlayamadım!.."

A -
A +
"İyi güne aldanıp dostlarım var sanırsın,/Hakiki dostlarını kötü günde tanırsın..."
 
Hanımı "Herkes sana imreniyor efendim!" deyince İbrahim Hakkı hazretleri şöyle cevap verdi:
- Ah! Ah! İşte mesele de o! Herkes beni bir şey sanıyor! Bense...
- Eee! Sense...
- Keşke yazabilseydim! Kara içimi dökebilseydim ak kâğıtlara Fatımam.
- Niye üzülüyorsunuz ki efendim? Yazabilirsiniz! O kuvvet var sizde...
- Yazmak için pek hevesliyim ama...
- Aması da ne efendim?
- Aması... Aradığımı bulamamayı bilmek!
- Kusura bakmayın; sözünüzdeki sırrı anlayamadım!
- Ben de öyle Fatıma Hatunum! Bazen ne söylediğimin farkında olamıyorum! Doğrusu ben de beni tam tanımış değilim! İnşallah bir gün tanır, anlarım, anlaşılırım ve doya doya da yazarım! O günü büyük bir arzu ile beklemekteyim.
- Bey!
- Fatımam!
- !!!
İyi güne aldanıp dostlarım var sanırsın,
Hakiki dostlarını kötü günde tanırsın.
                ***
Fatıma Hatun; her nedense beyefendisiyle göz göze gelmek istemiyordu. Kaçamak bakışlarını; müşfik gözlerle kendine bakan beyinin siyah cübbesine, bahçenin bir köşesinde bir şeyler yapan Fehim’in kahverengi yün hırkasına, teknedeki kabaran hamura, oradan başını çevirerek beyinin siyah yay kaşlarının altında parlak elâ gözlerine, ak pak sarığına dikti. İbrahim Hakkı “evimin sultanı” diyerek başını şefkatle okşadı. Bir şey daha diyecekti ama yutkundu, demedi... Fatıma Hatun da konuşacak gibi yaptı, vazgeçti, solgun dudakları büzüldü, derin bir soluk aldı, göğsü genişler gibi oldu. Susmak da konuşmanın en mânâlısı değil miydi?
- Fatımam; benim tarifsiz bir hâlim var! Bazen canım sıkılıyor, bazen daralıyorum, gündüz dağa çıkmak istiyorum ama tek başıma gezince deli derler diye korkuyorum... Sizce ne yapmalıyım, divane derler mi?
- Bey; millete bakma! Neye ne diyeceklerini bilemiyorsun ki; bugün övdüklerini yarın yerebiliyorlar! Hem nerede oturduğunu biliyor musun, çıkacağın dağın yüksekliği ne kadar? Aklıma kötü şeyler geliyor efendim!
- Evimin sultanı... Kayalıkları şöyle bir dolaşıp geleceğim, fazla yükseklere çıkmayacağım...
- Rabbim muhafaza buyursun bey!
- Âmin, ecmain!
Tefekkür ehli arar ıssız yerleri.
Övülmeyi de pek sever, diğerleri.
               ***
Tuhaflaşmıştı İbrahim Hakkı hazretleri; nereye, niçin gittiğini bilmiyordu, gittiği yerlerde de hiç kimseye rastlamıyordu. Bu ıssız dağları, ovaları tek başına dolaşıyordu ama hiç sıkılmıyordu da. Sanki eli mahkûmdu, mecburdu. Hiç telaşı, acelesi de yoktu... Kaybettiği paha biçilmez mücevherini arayan bir kuyumcu hassasiyetiyle arıyor arıyordu. Hocasının işaretleri, gaipten gelen sesler boşuna olamazdı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.