Bir akşam güneşi, ufka iyice yaklaşmıştı...

A -
A +
Hocasının türbesinde hayallere dalmıştı ki, aşinası olmadığı bir sesle irkildi!..
 
  Nereden çıktığını görmediği serçeler, kırlangıçlar, güvercin, kumru, turnalar, o büyük tepe üzerinden havalanıvermişti! Ve hepsi bu kadar da değildi; rengârenk kelebekler de sanki büyük bir merasim yaparcasına dikenlerin üzerindeki yeni açmış mor çiçeklerin üzerinden uçuyordu. Burası sanki bir uçan canlılar tepesi oluvermişti birden. Yer gök kuş ve kelebek kaynıyordu. Uzaklarda diye üzüldüğü şey, aslında yanı başındaydı. Diken, çalı, çırpı diye düşündüğü yerler, onun aradıklarını ve büyük bir hazineyi barındırıyordu… Görmek gerekti, ama önce aramak. Ve aramak için istemek lazımdı ama ne istediğini değil, niçin istediğini bilmesi çok daha mühimdi. İşte bu Tefekkür Tepesi olarak halkın isim taktığı mübarek dağda, hayatının bir sırrı gizliydi ve bugün çözülüyordu. Ölseydi gam yemezdi. “Elhamdülillah” dedi, koştu türbeden tepeye, tepeden türbeye. Tillo ahalisi ne der diye hiç düşünecek hâlde değildi İbrahim Hakkı hazretleri…
            *** Her tarafı kızıla boyayan bir akşam güneşi, ufka iyice yaklaşmıştı. “Tillo hangi ışıkta sırrını verir?” sualine bütün talebeler; “Güneşin battığı ve gecenin bastırdığı zaman” diye cevap verirlerdi hiç şüphesiz. Türbelerin dikili taşları bile bronz rengini; bu saatte batmak üzere olan güneşten alıyordu... İbrahim Hakkı; hocasının türbesinde hâlden hâle girip hayallere dalmıştı ki, aşinası olmadığı bir sesle irkildi; - Esselâmü aleyküm mollam! - Ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berakâtüh... - Bağdat’a gidiyordum! Sendeki merak bende yeni başladı. Bağdat’ın kütüphanelerinde tetkikler yapacağım. Eee, senin de Erzurumlu olduğunu bilirim, geçerken bir uğrayayım dedim. - Allahü teâlâ razı olsun, iyi ettin. - Yaşım hemen hemen senin gibi... İlme hevesim de arttı. Bilmem bilir misin önceden İstanbul câmilerinde imamlık yapardım. Baktım ki ilim kayıp hazine; onun için yollara düştüm. Şimdilik şark istikametine gidiyorum. Malumunuz; ilmin doğusu batısı olmaz. Gün gelir Allah’ın izniyle batıya da gideriz. - Çok güzel. İnan beni sözlerinle coşturdun, hevesimi arttırdın. İyi ki gelmişsin. - Aman Molla İbrahim; akli ilimlere de ehemmiyet ver. Yaz bir şeyler, yaz ki bütün insanlar istifade etsin. Gençlerimiz buna muhtaç. - İnşallah! Üzerimize düşen vazife neyse çekinmem, yaparım. Bağdat’dan ne zaman dönersin? - Gelecek seneye inşallah. - !!! Güneş her akşam olduğu gibi ufka iyice gömülmüş, parlayan bir nar topu şeklinde batıyordu. Burada; köylülerin en çok çalıştığı zamandı bu vakit. Bütün ahali; karpuz kavun bostanlarıyla üzüm bağlarında karıncalar gibiydiler... Komşu, hayvanları çözmüş arabadan ailesi için getirdiği sepet sepet meyveleri indiriyordu. İbrahim Hakkı’nın yanında misafiri görünce hiç tereddüt etmeden bir sepeti kaptığı gibi getirip önlerine koydu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.