"Sabah-ı şerifler hayrola evimin, gönlümün sultanı"

A -
A +
Sürüsünü yola çıkarmaya hazırlanıyordu ki damda, hayat arkadaşı Nene Gelin’i gördü...
 
Gece karanlık semayı yırtarcasına havlayan, uluyan köpekler, kurtlar nöbeti diğer canlılara devretmiş gibi erkenden susmuştu. Sıra Çeperli’ye ve çalışkan halkına gelmişti. Bir uçtan diğer uca horoz ötüşleri, sığır böğürmeleri ve koyun kuzu melemeleri sarmıştı köyü. Her taraftan yükselen bütün bu sesler; bozuk bir orkestranın, akortsuz enstrümanları gibi ritimsiz birbirine karışmıştı.
Daha henüz ahırdan çıkartılan inekler; “Bizi yavrularımızdan ayırmayın!” koyunlar; “Kuzularımızı isteriz!" der gibi kesik kesik bağırıyor, ortalığı velveleye veriyordu. Bunca gürültüyü duyup da hâlâ uykuda olacak bir köylü elbette düşünülemezdi. İhtiyarından gencine, kadınından kızına kadar herkes şafakla birlikte uyanmış, namazlarını kılıp günlük işlerine soyunmuşlardı…
Dere boyunca sıra sıra dizilmiş söğüt ve kavaklıklar geçilince mera başlıyordu. Çobanların topladıkları sığır nahırları, davar sürüleri, tozu dumana katarak kırlara doğru akın ediyordu…
Duman rengi, kocaman, iki çoban köpeğini doyuran Mehmet Abdullah, sürüsünü yola çıkarmaya hazırlanıyordu ki damda sevdiceği, hayat arkadaşı Nene Gelin’i gördü. Yanına uğramadan edemedi:
- Sabah-ı şerifler hayrola evimin, gönlümün sultanı! Böyle erken erken damda işin ne? Gören de diyecek ki...
- Ne diyecek? "Şu Nene Gelin’i eri kapıya atmış, o da bacaya çıkmış" mı diyecekler?!.
- Allah iyiliğini versin Nene’m… Hani meraktan sorulur ya o türden sual kabul etseydin sevdalım!
- Davarları, inekleri sağdım, kuzuları, danaları emzirdim, unumu eledim, eleğimi astım, hamuru yoğurdum, mayalanmaya bıraktım.
- Bu kadar iş, maşallah! Ben bir itlere yal verdim o kadar.
- Ne bileyim Bey? Boş durmayı sevmiyorum! Şimdi de böyle güneşi görünce kendi kendime bir ziyafet çekeyim dedim.
- İyi etmişsin.
- Temiz havayı soluyayım, serçe cıvıltılarını dinleyeyim istedim. Çimen ve çiçek kokuları hoşuma gidiyor her nedense.
- Ben de çok seviyorum. Aha şimdi davarları otlağa götüreceğim. Kekik kokan kırlar, yemyeşil çayırlar, gözeler… Hele gözelerden eğilip kana kana su içmek yok mu? Deme gitsin, beni benden alıp götürüyor.
- Afiyet olsun Bey. Bu kadar nefeslenmek kâfi, işim çok; tandır yakılacak, yayık yayılacak…
- Ya Nazım?
- Onun karnını doyurdum. Uyanırsa, anam höllüğünü değiştirir.
- Unutma, en az on bir çocuk, dokuzu erkek, üçü kız, bir tamam da...
- Allah iyiliğini versin Bey! Hanı dokuzda karar kılmıştık.
- Neyse dokuz olsun ama söz. Arkadaşlardan aşağı olmasını istemem.
- Benden de sözüm söz. Cenâb-ı Allah, her şeyin hayırlısını versin Bey! Sağlıklı, analı, babalı olsunlar yeter.
- Benimkisi lâtifeydi hanım… Aldırma!
- Bilmem mi?
- Hadi Allah'a ısmarladık.
- Güle güle bey, uğurlar olsun.
Gülüşerek ayrıldılar karı koca... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.