"Bunlar bizden ne isterler? Dost mu, düşman mı?.."

A -
A +
Mehmet Abdullah, önce kalbindeki heyecanı bastırmaya çalıştı. Tek tek adamlara baktı.   Reis durumunda olan, atından inmeye başlayınca köpekler, yeniden saldırmaya çalıştılarsa da sahipleri; "iş büyümesin, nahoş şeyler yaşanmasın” diye, sıkı tutup bırakmadılar. Davetsiz misafirler, at üzerinde olsalar da korktukları, can telâşına düştükleri anlaşılıyordu.  Mehmet Abdullah, kendi köpeklerini, Hasan Dadaş da kendi köpeklerini, dağılan davarlara gönderdi. Kısa zamanda sürüler toparlandı, her biri bir yamaçta taze çimenleri otlamaya başlarken, attan inmeye çalışan, sert bir tavırla; - İnsan, gelen misafir böyle mi karşılar? - !!! Hasan, arkadaşının duyacağı sesle; “Haydi, durma dadaşım! Sor bakalım, bizden ne isterler? Dost mu, düşman mı? Bu zıpçıktıların ne yapacaklarını öğrenelim!” Mehmet Abdullah, önce kalbindeki heyecanı bastırmaya çalıştı. Tek tek adamlara baktı. Öyle sarılıp sarmalanmışlardı ki kim oldukları anlaşılmıyor, tanınmıyordu. Aslında heyecana kapılıp yanlış bir hareket yapılsın istenmiyordu. Yeniden ve sabırla etrafını süzdü Mehmet Abdullah. Baştan ayağa bütün vücudunu kaplayan titremenin durmasını bekliyordu belli etmeden. Cevabın uzadığını düşünen Hasan Dadaş, yeniden kulağına eğildi; “Dadaşım! Rüyana bunlar da girmiş miydi?” dedi, o da, muzipçe sorulan bu suale tebessüm etmekle yetindi. Bu sessiz konuşmalarına fena bozulan eşkıyaların başı: - Ödlekler! Ne fiskos, fiskos konuşup duruyorsunuz? Cevap versenize! - Siz kimsiniz, ne istersiniz ağalar? - Bu dağlarda sualleri, yalnız bir sorarız! - İyi de biz ne bilelim! Nereden, niçin geldiniz, ne istiyorsunuz? - Sürünün tamamını istiyoruz! - Ne? Canımızı alın daha iyi! - Canınız da malınız da sizin olsun! Sizler iyi çocuklara benziyorsunuz, birer tane şişek verin yeter! Bu delikanlılar kebap yapsınlar! - !!!  Mehmet Abdullah, Hasan, Ebubekir birbirine bakıştı. İçindeki sıkıntının sebebini, evdeki ihtiyarların başına bir şey geleceğe yorumlayan  Mehmet Abdullah, bu hesapta olmayan hadiseyle, yorumunun yanlışlığını anladı. Baktı, gördü ki, arkadaşındaki heyecan, salkım saçak onlara da bulaşmış. Bu ani baskın karşısında el ayakları boşanmış, dizlerinde derman kalmamıştı. Korkunun dipsiz kuyusunda yakılan çıranın ilk kıvılcımları, bütün yüreklerde çakıyor, kafaları sayısız acabaların saldırısından kurtaramıyordu. Sürüye mi gitsinler, gelenleri mi idare etsinler, köpeklere mi çıkışsınlar, istediklerini mi versinlerdi?!. İlkin karar veremeseler de telâşsız, yumuşak bir sesle alttan aldılar. Başka bir şey sormadan istenileni yapmak için sürüye doğru yürüdü Mehmet, peşine Hasan da takıldı. İlk koyuna yaklaşırken köpeklere çıkıştı, birkaç defa azarladılar. Önüne gelen ilk koyunu tutan Mehmet Abdullah; hırsından olsa gerek, başından aşağıya kaynar sular dökülüvermiş gibi terledi. Sanki gözleri kararıyor, başı dönüyor, ayağının altındaki toprak kayıyordu. Yanındaki koluna girmeseydi, belki sendeleyip elin iki paralık eşkıyası karşısında yere düşecek, iyice rezil olacaktı. DEVAMI YARIN 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.