“Komşu komşunun külüne muhtaçtır, demiştiniz..."

A -
A +
"Hocam, komşu hakkının ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlatmıştınız..."   Nene, hocasına şöyle cevap verdi: - Hani siz anlatmıştınız ya efendim; şiirlerde ve bazı ecdat sözlerinde, veciz ifadelerde bir görünen mana, bir de görünmeyen, mecaz mana vardır. Biz de ona misal olsun diye bunu söyledik. - Nasıl yani? - Şöyle efendim: Abdestin farzı dörttür ya malumunuz. Birinci mısrada, “her zaman abdestli ol…” Sonra “namaz kıl” demek istedik. Hani feslerin önünde püskül ve başka şeylerden dolayı secde edemezler ya insanlar, fesi arkaya çevirsinler istedik ikinci mısrada. Üçüncüde ise; “en kıymetli namaz emrini; hem çokça, hem de ihlâsla ve severek yap…” dördüncü mısrada da açıkça; “bu güzelliklerden uzaklaşırsan, çirkin olan şeytanın maskarası olursun” demek istedik hocam! - Allah iyiliğinizi versin Nene’m... Peki böyle bir şeyi deneme ihtiyacı da nereden çıktı? - Bizler Yunus Emre’nin ilâhilerini okurken bir grup Ermeni çocuğu yakınımızdan geçiyordu. Alınmasınlar, akıllarına herhangi bir şey gelmesin diye ilâhiyi söylemedik. Bulunduğumuz hâli de bozmayıp onların da pek iyi bildiği türküye çevirdik. - Fe sübhanallah... Ne hoş! Ne güzel! İyi düşünmüşsünüz... İnsanları kırmamak, üzmemek çok mühimdir, dinimizin temel esasıdır. Buna; ilm-i siyaset de denir. Ermeni komşularımız rahatsız olmamalı elbette. - Hocam, komşu hakkının ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlatmıştınız. Her ne öğrendiysek sizden öğrendik. - Şanlı ecdadımız, atalarımız, dedelerimiz de; “komşu komşunun külüne muhtaçtır. Ev alma komşu al” demiş, işin ehemmiyetine dikkati çekmişler. - Evet hocam. Babam da sık sık söyler bu sözleri. - Komşulukta din, akrabalık bağları düşünülmemiştir. Dinimiz; her kim olursa olsun onlarla iyi geçinmeye, yardımlaşmaya mecbur olduğumuzu, onları kıracak, üzecek her türlü davranışlardan da uzak durmamızı ehemmiyetle emretmektedir. - Anladım hocam. Elimizden geldiğince dikkat ediyoruz. - Onlar bize iyi davranmasalar da... biz onlara kötü davranmaya, zulmetmeye izinli değiliz. Herkes kabında olandan verir… İlim olmadan da malumat sahibi olunmaz evladım. Onun için bu medreseler yapılmış; kızlarımız, oğullarımız cahil kalmasınlar diye. Mevkûfât diye bir kitap var, mübârek hocalarımız çok okur bizlere de okuturlardı onu. - Biz de okuyacak mıyız hocam? - Nasip, ömrümüz olursa elbette! O kitabın başında bir cümle var. Orada buyuruluyor ki; “Külli şey’in mâniun ve li'l-ilmi mevâniu…” Yani “Her şeyin bir mânisi, engeli vardır. Ama bir şey öğrenmeye, bir şey öğretmeye bin tane mâni, engel çıkar…” Nene Kızım, büyüklerimiz öyle buyurmuşlar. Çünkü her şeyin tek engeli vardır, tek mânisi vardır. Fakat ilim öğretmeye, ilim öğrenmeye çok engeller çıkar. Bu mânileri aşarak bugüne kadar geldik. Ceddimizin yaptığı bu hizmetler sayesinde bizler de öğrendiklerimizi; kendimizden bir şey katmadan, bir şey eksiltmeden sizlere aktarıyoruz. Bu hizmetler; onları kabirlerinde, bizleri de hayatımızda, evlerimizde pek sevindiriyor. - Peki hocam. İnşallah, bizler de ceddimize layık olanlardan oluruz. - İnşallah, akıllı kızım! DEVAMI YARIN  
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.