"Bize haddini bilmek ve kulluk yakışır Sultanım"

A -
A +
Saraylı memurların kıskançlıkları artıkça artar ve büyük iftiralar atarlar...
 
Her yerde olduğu gibi burada da şeytan boş durmaz, eski vezirlere iğva, vesvese verir: “Bak, çoban başınıza vezir oldu! Siz saraylı olmanıza rağmen onun altında kaldınız utanın! Ayıp ayıp! Bugün makamınızı aldı, yarın elinizde, avucunuzda ne varsa hepsine konarsa şaşmayın! Bir dağlıdan ne beklenir?" Daha neler neler der, ortalığı karıştırır... 
Saraylı memurların da kinleri, kıskançlıkları artıkça artar ve katı açılmamış iftiralar atarlar...
Çoban Vezir'in garip bir âdeti varmış; her akşam ve sabah, ilk geldiği kulübesine uğramadan edemezmiş... Diğer hasetçiler "Açgözlü Çoban Vezir, hazineleri görünce şaşırmış, aşırmanın yollarını düşünmüştür. Fırsat eline geçmişken hiç boş durur mu? Çaldığı altın, mücevher ve kıymetli malları bu kulübede saklıyor ve oradan da dışarı çıkarıyordur... Yoksa niçin uğrasın ki buraya" şeklinde bir dedikodu yayarlar! Sarayda duymayan kalmadığı gibi şehirde de konuşulur...
Sultan Mahmud da duyar bunu, inanmaz... Fakat bu fitneyi sonlandırmak ve dedikodu yapanlara bir ders vermek için vezirlerini toplar:
"Çoban Vezir’in mücevherleri gizlice aşırdığını duydum... Gelin onu suçüstü yakalayalım! Cezasını da hemen orada, milletin huzurunda, birlikte verelim! Sakladıklarına el koyalım! Rezil edelim, rezil!" der. Kıskanç vezirler çok memnun olurlar ve hep birlikte kulübenin kapısını kırarak içeri girerler. Bakarlar ki boş, basit bir oda... Bu sefer vezirler:
"Sultanım, herhâlde bu kadar ahmak değildir, toprağa gömmüştür!" derler. Sultan, askerlere emir verir, kulübenin tabanı metrelerce kazılır, yine bir şey çıkmaz.
Bu arada Çoban Vezir saraydaki işini bitirmiş, yine âdeti üzere kulübeye uğramıştır. Oradaki kalabalığı, kulübesinin kapısının kırıldığını, tabanının kazınmış hâlini görünce hayret eder. Sultan, durumu anlatır, akşam-sabah bu kulübeye niçin girdiğini sorar. O da duvarı gösterir:
- Sultanım, sizin emriniz üzere saraya geldiğimde sırtımda şu keçe, ayaklarımda da bu çarıklar vardı. Lütfedip yüksek vazifeler verince ipe-sapa gelmez azgın nefsim besili bir küheylan gibi şaha kalkıyor, tavus kuşu gibi kabarıyor, saray debdebesiyle iyice çığırından çıkıyordu. Bu tehlikeye mâni olabilmem, nefsimi biraz olsun dizginleyebilmem için burada onu hesaba çekiyordum her geldiğimde.
- Nasıl yani?
- Kendi kendime “Ey hain ve zalim nefsim!.. Sakın unutma! Buraya geldiğinde ayaklarında bu kurumuş çamurlu çarıklar, sırtında da bu koyun kokan keçe vardı!.. Sakın kendini kaybetme! Sakın haddini aşma! Yoksa seni mahvederim!..” diyerek terbiye ediyordum sultanım...
- Berhudar olasın karındaşım. Bizi de ikaz ettin! Dersimi aldım, şimdi özür dileyerek müsaadenizi talep ediyorum...
- Estağfirullah Sultanım! Emir sizin! Mülk de! Bize haddini bilmek ve de kulluk yakışır!
DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.