Dünün mamur köyü bugün harabeye dönmüştü!..

A -
A +
Çaresizlik, perişanlık diz boyu... Kimse kimseyi görecek hâlde değildi.
 
Öte yanda toz toprak içindeki erkekler, burunlarından soluyor, tavuklar; ekini biçilmiş tarlalarda, son başak kalıntılarını kursaklarına indirmede, tandır başlarında duman içinde pek gözükmeyen ihtiyar kadınlar, yol azığı hazırlığında, kimileri de yüklerinin yanı başında, kollarını önünde bağlamış, kim bilir ne hesaplar yapıyordu. Bazıları, bir şey unutmuş veya eksik kalmış olmalı ki oradan oraya koşup duruyor, kısaca boş, maksatsız olan yoktu. Hepsi de dert yüklüyordu kağnı ve at arabalarına.
Nene Gelin; işini bitirdiğinden, bazı aileler ise göçmek istemediğinden pek rahat görünüyordu sadece.
Dünün mamur köyü bugün harabeye dönmüştü. Dün üzerine titrediklerinin bugün hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmamıştı. Bir yaz boyu, gece gündüz durmadan çalışıp biriktirdiklerini ellerinin tersiyle itip nereye gideceklerdi? Her şeyi yanlarında götürmeye ne imkânları, ne vakitleri vardı. Kış, ağzını açmış, azgın bir canavar gibi bütün hızıyla üzerlerine geliyordu. Çaresizlik, perişanlık diz boyu... Kimse kimseyi görecek hâlde değildi.
Bu kaçıncı defaydı evine girip çıkışı? Ne yaptığını o da bilmiyordu ya! Bazen onun için kıymetli olan bir bez parçası, bazen bir çepik yumurtayla dönüyordu. Yine koltuğuna sıkıştırdığı bir şeylerle, yüklerin tutulduğu arabanın yanına geldi.
- Durmak yok sana! Çalış çalış…
- Sanki sen öyle değilmişsin de! Bak herkesten önce işlerini bitirdin, bebeğini uyuttun, beni bekliyorsun… Şimdi çalışıyorum, git başımdan! İşimi bitirip biraz uyuyacağım!
- Hem çalışırken konuşanı duymuştum da uyuyanı ilk defa.
- Aaa! Anacığım sen ha!
- Ben ya! Başını kaldırıp etrafına bakmıyorsun ki göresin a evladım! Öğretemedim size de bir türlü her şeyi vaktinde yapmayı! “Evet benim” desem de görmüyorsun! Başını öyle işe gömmüşsün ki!
- Mecburen ana! Gelinin yine yok ortalıkta… Galiba o gelmeyecek Erzurum’a…
- Nene mi dedin? O hadiselerden beri içi içini yiyor! Kızcağızın günahını alma! Ne yapacağını bilmiyor. Başka yeni haberler var mı oğul?
- Senin, benim bildiklerimiz ana. Bir de ardı arkası kesilmeyen hicret arabaları… Hayır, bunların dışında tek bir ipucu bile yok…
- Çok korkuyorum oğlum çook!
- Aahh canım anam! Korkumuz ölmekten değil de… Çoluk çocuğumuzun istikbâlinden!
- Orası öyle oğul! Ben bebeğin yanına gideyim de Nene gelsin buraya. Biraz konuş rahatlat kızcağızı. Ağzını bıçak açmıyor; günlerdir ne yiyor, ne içiyor, neredeyse bir deri bir kemik kaldı. Üstelik kucakta balası da var. Sütten kesilecek diye ödüm kopuyor! Hem seni de dinler. Sözde ‘sihir’ tesiri vardır oğul!
- Olur ana.
Uzun kavakların, salkım saçak söğütlerin sıralandığı toprak yolda sessiz adımlarla, kulağına fısıldayan rüzgâra aldırış etmeden tayaların, tezek kalakların gölgesinde, ömrünün geçtiği hanelerine doğru yürürken kapıdan bebeği kucağında Nene Gelin çıktı.
- Çocuğunu bana ver gelin! Ben ayaklarımda sallar uyuturum... Sen de erinin yanına git! Ne bu hâl kız? Biraz kendine gel! DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.