“Vallahi Erzurum’dan bir adım ileri gitmem!..”

A -
A +
Dedesine, hiç yemin etmeyeceğine söz vermişti çünkü. Şimdi ne yapacaktı?!.
 
Ağlayacak, ağlayamıyordu; nankörlük manasına gelebileceğini düşünerek vazgeçiyordu. Acizlik işte... Allahü teâlâ, büyüklerinin eliyle böyle layık görmüştü. Bu bir nimet miydi külfet mi? Tartacak, ölçecek ne mecali, ne de idraki kalmıştı. Millete ateş düşmüştü bir kere...
Hayal kurmak, hakikatle yüzleşmekten daha iyiydi şu anda. Sevgili hayat arkadaşı, evinin direği, dadaş yiğidi, Mehmet Efendisi hâlâ yüklerle meşgul. Uzaktan “Otur oturduğun yerde” diyor. O hep Nene’sini, biricik sultanını düşünüyordu. Arabaları da yüklerdi, eşyaları da denk ederdi. Yeter ki Nene Gelin’e bir şey olmasındı. Onlar evli değil kara sevdalı iki tazeydi... Komşu Ganime Aba da öyle demiyor muydu?
“Gökyüzüne bakarken, kocaman bir yağmur damlasının eve doğru uçuşur gibi yaklaştığını fark ettim. Merakla doğruldum, pürdikkat kesildim. Bir de ne göreyim; o uçuşan damla, pencerenin önünde büyüdü büyüdü, kocaman bir çiçeğe dönüşüverdi. Bu nar kırmızısı çiçeğin ortasında ak pak bir kız yüzü göründü. Bu yüz Nene’nin yüzüydü. Sonra ak bir kuş olup uçsuz bucaksız masmavi gökyüzünde süzüldü, gelip Mehmetlerin damına kondu. Elbette bu rüyam boş bir rüya değildi...”
Ganime Eze, sık sık bu rüyasını anlatır “Nene kızıma iyi bakın, o sıradan biri değil” der iltifatlar ederdi.
Nene; çocukluğuna gitti tekrar. O hoş hatıralarından kopmak ürkütüyordu onu. Sanki ölüme denk bir şeydi. Acı çektiriyordu insanların göç telaşı.
Kervan misali ta Erivan’dan, Gence’den yollara düşenler, katar katar Erzurum’a oradan da Erzincan istikametinde akıp gidiyorlarmış. Nene Gelin, gayriihtiyari “Vallahi Erzurum’dan bir adım ileri gitmem!” dedi. Demesiyle mahcup olması da bir oldu. Dedesine, hiç yemin etmeyeceğine söz vermişti çünkü. Şimdi ne yapacaktı? Ya gitmek kaderde varsa?! “Yok, sözüm söz... Söyleyene değil, söyletene bak! “Bunda bir hikmet olmalı. Erzurum diyarından ya cenazem çıkar ya da emr-i Hak vuku buluncaya kadar billur sularını içerim, kar, çiğdem kokulu havasını solurum. Sözüm söz! Erzurum’dan gitmem!”
Uzaktan damı görünen taş medrese, sessiz sedasız ona el sallıyordu sanki. “Hey gidi günler hey” dedi, eski talebelik günlerine gitti!
"Evden çıkar çıkmaz arkadaşlarımı alır medresenin bulunduğu yere doğru giderdim. Orada pek rahat ederdim. Bu yaşta namaza-niyaza başlamasaymışım sonrası çok zor olurmuş. Anam, babamla konuşurken duymuştum” dedi, hocasını hatırladı. İlk derste söylediklerini unutmamıştı:
“Yirmi, otuz, kırk defa da olsa tekrardan yılmamalıyız çocuklar. Muvaffak olmaya hedeflenmeli ve bu maksada ulaşabilmek için de bütün sebeplere yapışmamız lazım. Şimdi ben sebeplerden birini yerine getiriyorum, anlatıyorum. Akıl, el, kol bütün bir vücut ahenkli, uyumlu ve birbirlerini tamamlayıcısı olduklarında iş bitirmek kolay olur, unutmayın…”
Seyyide hocasının dediklerini unutmamıştı, kendini mukayese etti: “Benim daha çok aş, ekmek yemem lazım galiba...” dedi. Tabii bu maksatlara kavuşan, büyük bir mânevi servetlere de kavuşmuş demekti ama kolay da değildi... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.