Hayaller ve hatıralar âleminden bir türlü çıkamıyordu...

A -
A +
Mübârek hocasının kalbinden kalbine akıttığı nasihatleri hiç unutmuyordu...
 
 
Gelir bir bir, gider bir bir, kalır bir.
Gelen gider, giden gelmez, bu bir sır.
 
Gelirse gelir, bir kıl ile eyleme tedbir.
Giderse gider, eğlemez bir koca zincir!
 
İçinde bulunduğu durumu, aldığı eğitimi, vazifesi gereği elde ettiği muvaffakiyetlerinden dolayı elbette “kendini bir şey, büyük âlim” saymayacaktı, ondan emindi lakin “merhametli, mert, dürüst, vatansever” müjdesine kavuşması mümkündü. Bunun için çok okudu, çok araştırdı, pek gayret gösterdi, ıssız gecelerde ne duâlar etmişti, onu bir Allah, bir de kendi bilirdi. İşte yine milletin hicret hazırlıkları haberini duyunca kabına sığmamış, meşguliyetine bakmadan derin hasretini bir nebze dindirmek için insanlardan uzak, nefsiyle baş başa kalmakta bulmuştu.
Hayaller ve hatıralar âlemine dalınca bir türlü de çıkamıyordu. Ne unutulmaz güzellikler yaşamıştı. Hocası; Seyyid Ahmed Merâmî hazretlerinin sık sık söylediği gibi:
Hafız! Bizi Unutma! İlmini sarf et, artırırsın. Hakk’ı zikret, bulursun. Ahlâk, beline altın kemerdir. Bir insan halkı sevmekle Hakk’a erer. Huzurla kemâl bulunur. Mürşitsiz kemâlin zevali vardır. Her işinde Allahü teâlâ sana yardım ihsan etsin. Sana emeğim helâl ve pek faydalı olsun evladım!
Mübârek hocasının kalbinden kalbine akıttığı daha nice emsalsiz nasihatleri hiç ama hiç unutmuyordu. Gönlüne ferahlık veren bu muhteşem ve mübârek cümleler, bir daha dudaklarından dökülüverdi işte.
“Hafız evladım! Soran dağlar aşmış, sormayan düz yolda şaşmış!”
“Sor, kurtul!” İşte ebedî saadetin anahtarı...
 
Talebe olan utanmaz sual sormaktan,
Sadece çekinir hocasını yormaktan…
 
Hasankale’ye doğru baktıkça içi kan ağlıyordu. Hele Ermenilerin arkadan vurma nankörlüğü, Ruslara casusluk yapıp yardım etmeleri, riyakârlıkları, ikiyüzlülükleri, isyana kalkışmaları affedilecek, unutulacak şeyler değildi. Düşündükçe hayıflandı, kanatırcasına dişlerini sıktı...
“Ah! Ahh! Gidip de geri gelmeyesice günler ah!”
Daima fazilete, insaniyete hizmet eden ecdadını gafil avlayan, fırsat düşkünü, sinsi düşmanların tuzağını nasıl bozacağını, yüzkaralarını nasıl ortaya çıkaracağını, elebaşı sahtekârları kulağından tuttuğu gibi nasıl diz çökerteceğini düşündü.
“Şımarık, hain bir millet! Huzur beldesi güzel memleketimizi nasıl da kana boyadılar? Masum, silahsız insanları tuzağa düşürüp nasıl katlettiler? Nasıl esir edip hayatlarını, ruhlarını zapt etmekten zevk aldılar? Zalimler!.. Hainler!..” diyerek “lâ havle” manasında başını salladı. Patlamaya hazır volkan gibi içten içe yanıyordu. Elinde olmadan acıyla “ah!” çekerek inledi.
 
Sâminî'yiz, Badriyâ, biz gayriye baş eğmeyiz!
Dû cihanda kâfî, vâfî südde-î Sultân'ımız.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.