Nene, yavrusunu aldığı gibi bir kenara çekildi...

A -
A +
"Yaylalar, bağlar, bahçalar, bostanlar bozulduğu gibi evimiz de bozuldu, ıssız kalacak!"   Yeni evli çiftler gibi birbirlerini hasret ve muhabbetle kucakladılar. Bu sırada küçük yavrularını getiren Zeliha ana açık kapıdan içeri girdi. Gözleri; ağlaya ağlaya kıpkırmızıydı. Ağır ağır, bir şeyleri incitmemek için yürüyordu. Kundaktaki bebek hâlâ “hık hık” diye içini çekiyordu. Nene, kayınvalidesine hürmeten ayağa kalktı, çocuğu kucağına aldı. - Gel kuzum! Sana kim ne demiş? - Güzel gelinim! Nazım’ımı susturmak istedim ama muvaffak olamadım. Canım balam pek acıkmış olmalı. Emzir, karnı doysun. Yine götürür, kucağımda uyuturum. - Peki ana! Sizi yormasın! - Analar yorulmaz! Nene, hiç konuşmadan yavrusunu aldığı gibi bir kenara çekildi. Kana kana emiyordu yavrucağız. Ara sıra bebeğin “hık” deyişinden maada bir ses duyulmuyordu. Mehmet, refikasına, “gidiyorum” manasında el işareti yaparak dışarı çıktı. Hareket için her şey hazırdı. Hafız Osman Bedreddin’le yol güzergâhını bir daha istişare için yanına gitti. Başı hep öndeydi: - Göçler de biz de hazırız seyyidim. - Bütün köylüler de. - Birileri hariç! - Boş ver! Ağzına bile alma, dile düşürme! - Nahak yere yollara düşüyoruz! Yaylalar, bağlar, bahçalar, bostanlar bozulduğu gibi evimiz de bozuldu, ıssız kalacak! - Kalsınlar! Elbette “BİR GÜZEL EYLEYEN VARDIR” unutma! - Karlı zirvesi göğe yükselen dumanlı dağlarımız, şırıl şırıl akan derelerimiz, ilk baharı bekler gibi bizleri de bekleyecekler mi acaba? - Beklerler! Yeter ki bizler geri dönme azmimizi kaybetmeyelim! Nene’nin refiki, kendi kendine söyleniyordu, bir meczup gibiydi. “Hasret ve özlem” iki acıklı kelime. İnsanı sarsan da yine bu iki kelime değil miydi? Kapıma kilit vuruldu, kurudu dalda yaprağım,Rengi solmuş, dalgalanmaz oldu bayrağım!Viran oldu evim-barkım, tütmez oldu ocağım!Ermeni’ye mi kalacak yoksa bu mübârek toprağım!        Aklarımı çıkardım, bu yaşta kara bağladım.Gönülüm hicranla doldu, dertleri kucakladım.Sessiz çığlıklar ile yandım, ağladım da ağladım...Düşmana mı kalacak yoksa bu mübârek toprağım! Bu akşam alaca karanlığında; ata ocağına son dokunuşu yapabilme, son bakışı atabilme cesareti olan var mıydı? Dönüşü belli olmayan çıkışın seferi; bilâ istisna, herkesin boynunu bükmüş, ağlamayan kalmamıştı. Erliğe toz kondurmayanlar bile burunlarını çekiyordu. Bu meçhûle giden yolda kim bilir kendilerini başka neler bekliyordu? Bu akşam sobamı yandırmaz mıyım,Çeperli’yi ben ayağa kaldırmaz mıyım,Zulümleri duyup da çıldırmaz mıyım!Ermeni azdırmış, hiç aldırmaz mıyım?             *** Nene Gelin; çocuğun karnını doyurup altını temizledi. Kayınvalidesinin itinayla kızdırdığı höllüğü kundak bezine döktü, Nazım’ını yatırdı. Sıcaklık, çocuğun hoşuna gitmiş olmalı ki gerindi, 'agu' sesleri çıkarmaya başladı... DEVAMI YARIN      
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.