Hasırın ucunu kaldırdı ve köyüne son bir daha baktı

A -
A +
Sefalet, bütün dehşeti ve acımasızlığıyla üzerlerine çullanmıştı.
 
Osman Bedreddin gören bütün ahali hep bir ağızdan; düşman memleketten kovulana kadar boş durmayacaklarına, her türlü hizmeti seve seve yapacaklarına yemin ettiler.
Hafız Osman Bedreddin’in ablası Nefise Hoca Hanım; hayret ve sevincinden oturduğu kapının eşiğinden kalktı, gözlerine ve kulaklarına inanamamaktaydı hâlâ. Medreseden harp meydanlarına gidecek bu yüreği dolu karındaşını kimseciklere aldırmadan gidip bağrına bastı, alnından öptü…
Çeperli’nin pungarları akışır,
Devriyeler kol kol olmuş bakışır.
      
Zalim Ermeni hiç öyle olur mu?
Ben ölürsem, cihan sana kalır mı?
           ***
Kendine has gösterişiyle güz; tabiatı tesiri altına çoktan almıştı. Bir zamanlar insanlarla dolup taşan sokaklar, evler, tandır başları, komlar, merekler, harman yerleri, sönmüş arı kovanı gibi ıssız kalmıştı.
Tabiattaki bütün canlılar, ağız birliği etmişçesine ayrılık türküleri fısıldıyorlardı sanki.
Göç göç oldu göçler yola düzüldi.
Uyku geldi ela gözler süzüldi,
O zamanda elim yârdan üzildi.
Ağam nerden aşar yolu yaylanın?
Yaylanın aman viran yaylanın...
Eski bir taş köprüden son göç arabası geçtikten sonra dönüp köye bir daha “elveda her şeyim” deyip bakmıştı gözyaşlarıyla Nene. Çeperli karanlıklar içinde gittikçe gerilerde kalıyordu. Bütün muhacirlerin yaş dolu gözleri, arkada bıraktıklarındaydı. Sefalet, bütün dehşeti ve acımasızlığıyla üzerlerine çullanmıştı.
Sana uzaktan bakıyor nemli gözlerim,
İçim kan ağlar, kendime geçmez sözlerim!
Nene Gelin, annesi, kayınvalidesi, Nefise Hoca Hanım, birkaç çocuk üzeri hasırlarla çevrelenmiş bir arabadaydılar. Hasırın ucunu kaldırarak köyüne son bir daha baktı. Toprak yol boyunca kıvrım kıvrım akıp giden dere ay ışığında gümüşten urgan gibi parlıyordu. Yün hırkalarına iyice bürünmüş, çoğu yalınayak çocuklar, toz ve çamura bulanmış peşlerine takılan köpekler, birbirine zincir gibi eklenmiş gibi at, öküz arabaları, atlılar, uzaktan hâlâ seçebildiği eğri büğrü dar sokaklar, câmi, medrese… Tezekten, çamurdan yapılmış yarı yarıya toprağa gömülü penceresiz evler... İçi acıyla burkuldu. Yüzündeki ifadeyi karanlık da olsa yanındakilere göstermemeye çalışıyordu. 
İçinden geçenler de kalbini parçalıyordu:
“Şimdi Çeperli’de olsaydım bağımı, bostanımı eker, koyunlarımı, ineklerimi sağar, evlatlarıma kazak, çorap örer, komşularım sıkışınca onlara yardım ederdim hem de can-ı gönülden. Mutlaka bir meşgalem olurdu ve aşkla şevkle yapardım işlerimi; bu nefsiyle baş başa kalışım yiyip bitirmezdi beni. Ah! Ah çaresizlik! Bu hayata bu yolculuğa mecburum! Belki torunlarım olacaktı, onları büyütüp vatana, millete hayırlı evlatlar olarak yetiştirecek, gözüm arkada gitmeyecektim ahirete... Malım, davarım olacaktı, bolluk ve refah içinde yaşayacaktım. En güzel yağ, peynir bizim yerlerden çıkardı, onları devam ettirecektim..." DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.