Sanki eri dışarıda onu bekliyordu! Üzülmesini istemiyor gibiydi...

A -
A +
Daha emin olmak için Nazım’ın beşiğinin yanına gidip baktı. Mışıl mışıl uyuyordu...
 
Yine düşüncelere dalmıştı Nene:
"Mâni olamıyorum, olmak da istemiyorum. İç âlemimdeki yağmur dolu bulutların neticesi değil mi onlar? O yaşlar, saf bir sevdanın isimsiz şahitleridir. Durduramam ki onları, hem kuvvetim de yetmez, işime de gelmez… Senden yegâne hatıralar. Bütün yaşlarım aksa, sel olsa, bendini yıksa yine azdır.”
Bir çocuk sesi duyar gibi oldu, kulaklandı, hayallerinden kopmak da istemiyordu. Devamı gelmeyince yine Mehmet’ine döndü:
“Güzün son günleri Mehmet’im. Gizli gizli kar çiseliyor. ‘Gözyaşları tuzlu olur, donmaz’ diyorlardı Mehmet’im, meğer bizimkiler, yani âşıklara ait olanlar istisnaymış, onu da yeni öğrendim. Kalbimin derinliklerine, en kuytu köşelerine vuruyor, demir leblebiler gibi ‘dan dan’ damlalar… Böyle oldun mu bilmem? Ama sen benim gibi olma, üzülme, ağlama sakın ha... Sonra; bir dadaşa yakışmaz da... Yalnız düşmanı vatanımızdan kovmaya bak! Ben emanetine sahip çıkarım, bu can bu tende olduğu müddetçe de çıkacağım biiznillah!”
Daha emin olmak için Nazım’ın beşiğinin yanına gidip baktı. Gözüyle görünce mışıl mışıl uyuduğunu, yine pencerenin önüne geldi. Sanki eri dışarıda onu bekliyordu. Üzülmesini istemiyor gibiydi. Başladı anlatmaya: “Bir gün Çeperli’de yine yağmur yağıyordu, yağmura karışıyordu gözyaşlarım. Sen ellerini şemsiye etmiştin… Sicim gibi akanları billur, inci, mercan sanıyordun. ‘Yere düşmemeli’ diyordun. Ah! Biz sevdalı değil, kara sevdalıymışız Mehmet’im, daha iyi anladım…”
Birkaç karakarga sokağa konar konmaz saksağanlar kaçtı hemen. Urusları, Ermenileri karakargalara, saksağanları da kendilerine benzetti. Bir kuvvetli gelince zayıf olanlar mekânı terk ediyorlardı demek ki. Sanki; “kar kar” ister gibi gaklamaya başlayınca, pencereyi açtı. Zaten açar açmaz kaçmaları da bir oldu. “İnşallah geldikleri gibi böyle kovarız kefereyi de” deyip erinin yanındaymış gibi başladı yine onunla hasbihâle:
“Kışlaya gidene kadar, bir Leyla Mecnun, Aslı Kerem, Ferhat Şirin misali yaşadık. Sevdamız, onlarınkinden geri kalmazdı; dilim kurusun yoksa tarihe mi karışacak ne? Ağzımdan yel alsın! Harp hâli olduğundan mı ne kör olası şeytan, aklıma hep böyle şeyler getiriyor! Ve ‘damla damla eriyecek’ diye bekleyenlere inat; dalga dalga büyüyor, coşuyor, sel olup taşıyor, bendini yıkıyor sevdamız işte…
Gözlerimizin önünde olanlar; bir bitiş olmayacaktır. Buna adım gibi inanıyorum lakin sensizliğe alışamıyorum sadece. Urus gelecekmiş, Ermeni azacakmış vız gelir! Bir canımız var; ha bugün, ha yarın, fark etmez verir, ‘elveda dünya’ deriz, lakin her şeyim, hayatımın manası, yiğidimin olmayışına kendimi inandıramıyorum. İkimiz de içten içe çıra gibi yanmamış mıydık? Belli etmezsek de hakikat buydu Mehmet’im! Peki ama neden, niçin bu kadar zordu ‘Allah’a ısmarladık! Hoşça kal, güle güle’ demek? Zordu; çünkü senden sonra ‘hoşça’ kalmayacağımı pekâlâ biliyorum da ondan yiğidim, Mehmet’im. Sensiz hoşluk, mümkün müydü askerim, mümkün müydü? Sen kalbimde, kalbim avuçlarımda hep. Yaşanmamış zamanlar, can çekişen umutlar kaldı bu kara sevdamızdan geriye…” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.