“Kurt kocayınca kelplerin maskarası olurmuş!..”

A -
A +
"Bütün haçı boynunda olanlar kudurmuş çakallar gibi üzerimize üzerimize geliyorlar!.."   Hasan, hüzünlenerek anlatmaya devam ediyordu: - Nahçıvan’ı geri aldığımızda bir felaketle karşılaştık ki sormayın. Müslüman ahalinin çoğu; evleriyle birlikte yakılarak öldürülmüştü! Her katliamdan önce muhakkak işkence yapılmış olduğu açıkça görülüyordu! O kadar ki, öldürülmeden önce… Söyleyemeyeceğim, dilim varmıyor! Tap taze gelinler, çocuk denecek yaşta kızcağızlar, bilâistisna bütün kadınlar kirletilmiş, birçok yerleri kesilmiş, bakılacak hâlleri yoktu… - Vah vah! Ne zulüm ya Rabbim? - Başka Müslüman köylere girdik; aman Allah’ım dayanılacak gibi değil! Her taraf yakılıp yıkılmış, çok küçük çocukların cesetleri içimizi dağladı. Daha yavrular… iyinin, kötünün ne olduğunu bilmeyen masumlar… - Bu ne kin, ne düşmanlık, ne nefretmiş meğer! Hiç de öyle görünmüyorlardı abi! - Nene bacım, işte o büyük devlet reislerinin bir ifadeleri var. “Nerede hangi millet çoğunluktaysa o topraklar onlara verilecek” diye bir laf dolaşıyor ortalıkta. Bu insanların akıllarını başlarından, vicdanlarını da kalplerinden sökmüş almış. Gücü yeten yetene! - Madem öyle, biz de eli kolu bağlı “gelin beni kesin” diye beklemeyelim, hak ettikleri cezayı verelim! “El mi yaman, bey mi" görsün dünya… - Biz başıboş çakal sürüsü, eşkıya çetesi değiliz ki Nene bacım! Kanun nizam var, kural kaide var! Hak hukuk var! Allah kokusu var, Peygamber muhabbeti, hesap kitap, ahiret, Cennet, Cehennem var! Nasıl onlar gibi zalim olabileceğiz ki? - Ama böyle de olmaz ki! - Biz kuvvetli olduğumuz devirlerde hiçbir şey yapamıyorlardı! Kuyruklarını kıstırmış kemik bekleyen kelp gibi yalanıyorlardı. Zayıf anımızı beklediler. Hani bir ecdat sözü var ya, “kurt kocayınca kelplerin (köpeklerin) maskarası olurmuş” diye… Şimdi de bütün haçı boynunda olanlar kudurmuş çakallar gibi üzerimize üzerimize geliyorlar. - Boş durmayacak, çok çalışacakmışız demek ki! - Çalışmada gevşeklik olmamalı. - Eee… - Sağa sola gizlenenler, kurtulmuşlar. Onlar da meczup gibiler; kimi kafayı oynatmış, kimi tikler edinmiş, insanlardan kaçan, ne söylediğini bilmeyenler o kadar çok ki… Elimde olmadan: “Acaba ölenler mi, yoksa yaşayanlar mı daha şanslı?” soramadan edemiyorum! - Niçinmiş? - Niçin olacak! Ölen “şehid” oldu, en yüksek rütbeyi taktı, kurtuldu ebediyen, kalan her gün ölüp ölüp diriliyor! Her gün ölmektense bir defa ölmek daha ehven değil mi? Onun için “ölmek” kurtuluş geldi bana… Düşün; anası babası şehid edilmiş, iki üç yaşlarında bir çocuk… Bu yavru ne yapsın, kime, nereye sığınsın? İlerisini düşünmek bile istemiyorum! - Hakikaten tahayyül edilecek şeyler değil… - O kılıç artıklarından dinlediklerimizi anlatmaya dilim varmıyor! Tam otuz Ermeni, bir kızımıza… Otuz canavar… Rus elbisesi giyip soygun, talan yapanların haddi hesabı yok! Tarih, tarih olmuş olalı böyle bir vahşet görmemiştir. Cahiliye devrinden, Moğol, Cengiz istilasından, Hülagu zulmünden geri kalmamışlar bu zalimler! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.