“Canım evladımı, o zalimin eline bırakmak istemedim"

A -
A +
Dede, gözyaşları içinde bize şöyle dedi:
- Oğlum, bizi rezil edip batıran bir Ermeni’yi öldürdü. Mahpusa attılar, on beş sene yattı, sonra da çıktı ama çıkmaz olaydı, yaşayan ölüydü ciğerparem. O mahpusta inledikçe evde taze hanımı da ah etti, kocasının arkasından çok kalmadı. O da acısına dayanamadı yandı, kavruldu, en sonunda vefat etti. Şimdi yetimlerine bakıyorum. Gözümün nuru gibi büyütüyorum ama...
- Yaranı deşmeyeyim! Çok dertlisin dede!
- Ateş düştüğü yeri yakıyormuş evlat!
Kendisine Genceli Hüseyin, oğluna; Hüseyin’in Abdullah derler imiş! Baba oğul birlikte hayat mücadelesi vermişler. Dededen kalma birkaç tarla, az sayıda davarları, sığırları varmış. Bir gün nasılsa tayanın önünde; bir horum ot meselesinden dolayı Ermeni bir pehlivanla aralarında münakaşa olmuş, iş kavgaya dönüşmüş. Aslında Abdullah, sessiz biriymiş. Babasını dinlemiş, Ermeni’ye bir şey dememiş. Fakat bu Ermeni bundan sonra tarlada, çayırda ne vakit Abdullah’ı görse asılır, çatar, tahrik eder, kâh bir köşeye sıkıştırır, kâh ağız ile söylemedik söz koymazmış.
Bir gün yine tarlada kendi hâline çalışırken rast gelmiş, Abdullah’a ağzına geleni söylemiş. “Geberteceğiz hepinizi, cenazeniz bile bulunmayacak! Elinizde ne varsa bizim, geri alacağız, sizi mahvedeceğiz” demiş. Abdullah duymamazlıktan geldikçe o hakarete devam etmiş: “Sizi bu hâlde rahat koymayacağız! Bütün dünya bizimle, Rus kardeşlerimiz yardıma geliyor, tez elden bırakın, defolun, ya da...” diye bağırmış. Abdullah, yine sükût edip gelmiş, bütün bunları babasına anlatmış;
“Uğraşma a evladım! Tövbe, tövbe! Elinden bir kaza maza çıkar Allah muhafaza, başımız hepten belâya girer! En iyisi git hükûmete anlat, bir çaresine baksınlar” demiş?
Baba yüreği! Çaresizlik! İçine bir kurt düşmüş ve o gece ekmek yememiş, hep düşünmüş.
Hele bir gün Ermeni genci eli silahlı görünce bütün bütün korkmaya başlamış. Eşe dosta, öteye beriye sormuş; “Bu herif aklınca ne yapmak istiyor?” Hiç kimse bir şey diyememiş… Abdullah da işin farkındaymış ama ne yapacağını bilemiyormuş. Bir akşamüstü babasına dert yanmış:
“Bu herif, bugün elindeki silahıyla böbürlenip hava atıyordu! Bunda bir iş var ama ne? Elimizden ekmeğimizi alacaklar, bir yığın fukara burada aç kalacak! Ben karışmam” demiş.
Babası da gitmiş hükûmete söylemiş; fakat değil şüphe etmek, bir hakikat bile olsa Ermenilerden hesap sormak kimin haddine?
O zamandan sonra bu dedenin çocuğu, yani Abdullah bunu dert etmiş.
Bir gün yine hava sert esiyormuş, baba oğul da arabalarına çayırdan ot yüklemiş cazur, cuzur sesler çıkararak eve dönüyorlarmış. O şımarık, kendini dev aynasında gören Ermeni de tam yolun ortasına gelip dikilivermez mi? İhtiyar burasını şöyle anlattı:
“Canım evladımı, o zalimin eline bırakmak istemedim, sarıldım. ‘Gitme yavrum! Bulaşma!’ dediysem de kuvvetim kâfi gelmedi. Kollarımın arasından fişek gibi fırladı, şahin gibi Ermeni pehlivanın üzerine atladı, boğazından kaptığı gibi yere çaldı. Kafası bir taşa mı geldi ne, oracıkta canı çıkıverdi..."
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.