"Maşallah evlatlarıma, iftihar ediyorum sizlerle..."

A -
A +
"Ah evladım! Ne sıkıntılar çekmişsin meğer! Bize de gelip bir şey söylemedin."
 
Azapyan'a en son şöyle haykırdım:
“Senin bana yapmak istediğini Cenâb-ı Allah fırsat verdi ben sana yaptım! Çünkü bunu sen istedin!”
- Ama hak etmiş!
- Hem de çook!
- Ah evladım! Ne sıkıntılar çekmişsin meğer! Bize de gelip bir şey söylemedin.
- Bacıma kısmen anlatmıştım.
- Bu kadar detaylı olmasa da meseleyi az çok biliyordum ana…
- Sen de fenaymışsın kız Nene! Bize hiç hissettirmedin, ucundan, kenarında da olsa bahsetmedin!
- Aa… Nene bacıma laf yok; o, sözünün eri, mert bir kız, öyle sizleri üzecek bir şey yapmayacağından emin olduğumdan, anlatmıştım.
- Maşallah evlatlarıma! İftihar ediyorum sizlerle!
- Biz de siz muhterem anamızdan, babamızdan razıyız, minnettarız. İşte böyle ana, bu Ermeni pehlivanla olan maceramız…
- Şimdi anladım; “Yatalak Pehlivan” dedikleri bu demek!
- Eden buluyor ana!
- Ah! Ah! Tarlasına darı eken buğday biçmiyor ki oğul!
- Hasetlik, hırs, kin, nefret, yalan, dolan, eşkıyalık kötü huylar oğlum! Bak dünyada da karşılığını buluyor!
- Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmıyor abi, ellerine sağlık! Kalbim ferahladı!
- Ben de hiç pişman olmadım bu hadiseden dolayı!
- Niçin pişman olacakmışsın ki a evladım? Adam tuzak kurmuş, kendi düşmüş! Sen öyle galip gelmeseydin belki de… Allah muhafaza… Dilim kurusun!
- Ana, öyle deme! Üzücü bir hadise yaşandı, unutuldu. Herkes niyetinin karşılığını buldu, bir de ahirette hesaplaşma olacak!
- Mahkeme-i Kübra. En büyük hesap günü. Dost dediğin; düştüğünde yanında olan değil kalkman için el uzatandır… Vesselâm...
Konuşan iskelet, ciğerparesine baktı Zeliha Ana. “Hak teâlâ ne demişse öyle oluyor, onun emri yerine gelsin, aykırı bir şey yapmayalım da… Buna da şükür” dedi, gözleri doldu. Biricik çocuğunu dünyaya getirmek için ne sıkıntılara katlandığını, uzun ve sert kış ayazında ahırdaki hayvanların arasından geçerken nasıl düştüğünü, ne imkânsızlıklar içinde doğum yaptığını ve ne zor şartlarda kurttan, kuştan muhafaza edip büyüttüğünü ve asker ettiğini, böyle canından canına; bir hırs yüzünden nasıl şeytani tuzak kurulduğunu düşündükçe çileden çıkıyordu. Buruşuk gözlerinden çiseleyen yaşlar, sağanağa dönüştü, sonra sel oldu aktı.
- Bak yine sözünde durmadın ana! Hani ağlamayacaktın?
- Çok fena günler yaşamışsın! Büyük geçmiş olsun a evladım! Haklısınız, size bir şey demeyeceğim! Kalbime ve de gözlerime sözüm geçmiyor, beni dinlemiyorlar! Sadece şunu bilmeni istiyorum oğlum; “ana, baba olun” o zaman anlarsınız... Rabbim ahir ve akıbetinizi hayreylesin..
- Âmin anacığım! Âmin!
İhtiyar Zeliha Hanım, oturduğu yer minderinden yavaşça doğruldu, iki elinden kuvvet alarak kalktı. Yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle kapıya doğru yürüdü. Tahta kapıyı açması ile birlikte odaya; Hafız Osman Efendi’nin yanık bir sesle okuduğu, kalpleri ferahlatan Ezân-ı Muhammedî ile birlikte şehrin soğuk is kokusu, serçe cıvıltıları dolduruverdi bütün odayı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.