Ailesinin, kocaman dertleriyle dertlenmiş bir yürekti Ali’cik...

A -
A +

O daha küçüktü ama mesuliyeti dağlar kadar büyük, evin reisi, zayıf bünyeli bir çocuk...

 
Kitabın sayfalarını hızla çevirdi. “Güzel ahlak, çirkin huylar, ihlâs” gibi ilk kez gördüğü ve pek de alışık olmadığı kelimeler yazılıydı. Başka sayfaları çevirdi. Bir sayfada; “iyi bir Müslüman nasıl olur” yazılıydı? Dikkatlice inceledi. Merakla diğer sayfaları da çevirdi, bazı yerlerini defalarca okudu, bitirdi. Bugünlük bu kadar” dedi, aldığı yere koydu. Dolabı tıpkı bulduğu gibi bırakmaya itina gösteriyordu. Bunları, her fırsatta okuyacağına söz verdi. Aklınca okul ihtiyacını, okuma hasretini babasından kalan bu kitaplardan giderecekti. 
O daha küçüktü ama mesuliyeti dağlar kadar büyük, evin reisi, zayıf bünyeli bir çocuk... Akranları okula gitse de o gidemiyordu. Hayat mücadelesine erken başlamış, oldukça ciddi, yaşından çok daha olgun gösteren, çekingen, utangaç bir çocuktu. Kim ne verirse onu giyen, önüne ne konursa itirazsız yiyen, tıraş olamamaktan sarkmış düz saçlarıyla, biraz uzunca olan yüzünde en çok dikkati çeken pırıl pırıl gözleriyle “büyümüş de küçülmüş” dedirten bir çocuk... Büyük şehirde, küçük ailesinin, kocaman dertleriyle dertlenmiş bir yürekti Ali’cik...
            ***
Gözleri hep yaşla dolar,
Benim gibi garip olan.
Saçını başını yolar,
Benim gibi garip olan.

Söyler dili ağlar gözü,
Gariplere göynür özü,
Hiç kimseye etmez nazı,
Benim gibi garip olan.
Aşağı mahzende, karanlık bir köşede sakladığı tahta boya sandığını aldı. Her taraf rutubetti. Yer yer buz tutmuş eski su birikintisinin yanından geçmeye çalışırken zorlanıyordu. Dar bir tahta parçasının üzerine bastı, başını eğdi, iki büklüm hâlde ikinci adımını atacak sağlam yer aradı. “Düşer, ıslanırım” korkusuyla, eski püskü paltosunun eteklerini topladı, adımını atar atmaz önünden hızla bir şeyler kaçıştı. İlkin ne olduğunu tam anlamasa da peşleri sıra baktığında bir de ne görsün; sayamayacağı kadar çok fare ama öyle fındık, fıstık faresi değil, en kötülerinden, hem de kocaman kocaman vahşi lağım fareleriydi ortalıkta dolaşanlar! Geceleri kulak tırmalayan çığlıklarını duyunca anacığı korkmamaları için “mahzenlerin bekçileri” ismini yakıştırmıştı onlara. Oysa uyuyan insanların kulaklarını çektiklerini, fırsat bulduklarında ısırdıklarını, canlı cansız ne bulurlarsa bulsunlar kemirdiklerini birçok arkadaşlarından dinlemişti.
Bazen olan ekmeklerini kaptırmamak için de onlarla mücadele etmek mecburiyetinde kalan anacığını düşündü küçük Ali, derinden bir “ah” çekti! Yaşadığı hayatın, içinde bulundukları şartların zorluğunu düşündükçe ürküyordu. “Ya uyurken odamıza çıksa, ya yataklarımıza girseler ne yaparız?” dedi, korkusundan mı ne hızla dışarı fırladı.
Omzuna küçük yaşta aldığı boya sandığını bir daha hiç bırakmayan Ali, evine ekmek götürmek için Fevzipaşa Caddesi'ne, parklara, mektep önlerine, kahvelere çıkıyordu hep. Bazen dükkân dükkân dolaşıyor esnafın ayakkabılarını boyuyordu. Ona abone olanlar da vardı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.