Kazazedeyi ve cipi kullananı tanımıyordu küçük Ali...

A -
A +
"Verilmiş sadakanız varmış yeğen! Büyük bir tehlike atlatmışsınız! Acil işim var, gitmem lâzım..."
 
Yaralı ihtiyarı emin ellere bıraktığına inanan Ali, hemen kapıya yönelmişti. Soğuk, üzerine soğuk yağıyordu sanki. Pamuk üzerine de pamuk misali kar… İnsanı dışarı çağıran ağır ve kasvetli bir hava hâkimdi etrafa… Uzaktan hayal meyal gözüken dükkânların içinden, oyuncaklar, resimli dergiler, toplar, renkli şişeler ve pencerelerden yağan kar tanelerini aydınlatan rüyalardaki gibi sarı bir ışık sızıyor, kaldırımdaki karın beyazlığında belli belirsiz parlıyordu.
Uzun süren yaralı kurtarma işi boyunca Ali, ayakkabı boyamamış, saati satamamıştı ama kalbi çok rahattı. Bir can, bütün dünyayı kurtarmaya bedeldi. “Canım anacığım da duysa memnun olurdu” dedi, önündeki bu esrarlı görüntüye daldı. Kış ve kar; hasta kardeşini, çaresiz anacığını hatırlattı yeniden. Ailesini her hatırlayışında, sabırsızlığı, kaynayarak birdenbire taşan bir tencere sütün ziyan olması gibi içinde hissediyordu. Şimdi bir de bu tanımadığı kazazede ilave olmuştu dertlerine! Hakikaten kurtardığı hayat şimdi ne âlemdeydi ve ne olacaktı?
                   ***
Hoştur bana senden gelen,
Kırmızı gül yahut diken,
İster kaftan, ister kefen,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş.

Sevindir şu ihtiyarı,
Olur aşkın bahtiyarı,
Layık görür isen nârı,
Nârın da hoş, nurun da hoş.

Yunus sana sâdık kuldur,
İster ağlat, ister güldür!
İster yaşat, ister öldür!
Lütfun da hoş, kahrın da hoş
Kazazedeyi ve cipi kullananı tanımıyordu küçük Ali. Onlar da onu tanımıyorlardı muhakkak. Bu insanlar, o an tesadüfen bir araya gelmiş, yaralı birine Allah rızası için yardım etmişlerdi. Bu ne güzel duyguydu Allah’ım! Kimselerden bir şeyler beklemeden karşılıksız yardımlaşma, hatta işlerinden, güçlerinden fedakârlık etme… Bunlar, en insani davranışlardı elbette… Diğer canlılardan fark bu olsa gerek diye düşündü Ali. Tam o sırada yanına yaklaşan genç şoför:
-Doktorlara sordum; dedende ufak tefek sıyrıkların, çiziklerin dışında çatlaklar varmış, tehlikeli bir şey yokmuş, korkma! İnşallah çabuk şifa bulur. Verilmiş sadakanız varmış yeğen! Büyük bir tehlike atlatmışsınız! Acil işim var, gitmem lâzım. Tekrar geçmiş olsun… deyip başını okşadı, uzaklaştı.
Babasının başını okşamasını hatırlayıp bir hoş olan Ali: “Yok! O adam benim dedem falan değil” diyemeden gözden kaybolana kadar peşi sıra baktı.
            ***
Yapayalnız kalan Ali, bahçeye geçti. Bir renkler dünyasına girmiş gibi oldu. Kalın paltolarına, montlarına bürünmüş erkek, kadın, çeşitli yaştaki çocuklar, yol boyunca yürüyorlardı… Hepsinin de bir derdi vardı. Sıcak yuvasından keyif için kim çıkıp gelecekti ki hastaneye…
Giyimlerinden taşralı oldukları anlaşılan aileyi görünce babası, anası ve kardeşiyle en son gittikleri köyleri aklına geldi. O ne güzellikti yâ Rabbim! Mevsim yaz, güneş tepeden altın bir tepsi gibi her tarafı sımsıcak ısıtıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.