Yüzüne kederli, oldukça hüzünlü bir ifade hâkimdi

A -
A +

Ne yapsa etse onu bertaraf edemiyordu. Çok sıkıntılar çekmişti lakin böylesini ilk defa yaşıyordu. Oldukça sarsılmıştı.

 
Büyük, duru, çivit mavisi sema bulutsuz sayılırdı. Çayır çiçeklerinin kendisine kadar gelemeyen güzel kokularını içine çekmek için derin soluyordu.
İnsan bir gecede zayıflar mı? Lütfü Hoca kendini öyle hissediyordu. Avurtları çökmüş, kurumuş, sanki boyu daha uzamıştı, yüzüne kederli, oldukça hüzünlü bir ifade hâkimdi. Ne yapsa etse onu bertaraf edemiyordu. Çok sıkıntılar çekmişti lakin böylesini ilk defa yaşıyordu. Oldukça sarsılmıştı.
 
Cami damına çıkar ezan okurdu,
Sesi, Davulveren'den yankı yapardı.
Kalplerimizden birçok şeyler kopardı.
Rahmetlinin sözleri sinmiş özüme,
Hem pek muhteşem görünürdü gözüme.
 
Vaaz, nasihatle kalbimizi dokurdu.
Akşam sabah Kur’ân-ı kerîm okurdu.
Hemi de onlarca Hafız okuturdu.
Rahmetlinin yaptığı sığmaz sözüme,
Çok da mübârek görünürdü gözüme.
 
Verintap’ın Kuzu Gölü’nde çimerdik,
Harman vaktinde gelir geme binerdik.
Hacı Lütfü Hoca’dan korkar sinerdik!
Rahmetlinin nurları vursun yüzüme,
Ne de heybetli görünürdü gözüme.
 
Yayladan aşağı koşarak inerdi,
Çoğu piyade bazen ata binerdi.
Talebe görünce öfkesi dinerdi,
Rahmetlinin vaazları hep çözüme,
Ne de hürmetkâr görünürdü gözüme.
 
O muazzam azmine şaşar kalırdım.
Herbir işinden binbir ibret alırdım.
Çok severdim, pek yakinen de tanırdım.
Hiç bakmıyorum eğrisine düzüne.
Çok derin âlim görünürdü gözüme.
 
Ata ocağı köyüne girdiğinde öğlen olmamıştı. Cami-i şerifin yakınındaki Emin dedesinden kalma, şimdi Osman kardeşinin ailesi ve anacığıyla birlikte oturduğu evi görünce çocukluğunu hatırladı.
Mayıs sonunda İd’in üstünden büyük bir sıcak dalgası geçiyordu. Köy hamam gibi geldi ona. Rutubetli bir sıcak insanın kemiklerine nüfuz ediyor, parmaklarının ucuna kadar terletiyordu. İnsan, hayvan, her canlı mahlûk nefes alabilmek için sığınacak gölge, serinlik arıyordu. Köpekler, nerede bir gölgelik bulmuşlarsa oraya uzanmıştı sere serpe...
Sergüzeşt serçeler, gölgeden ayrılınca gagaları açık, karınları körük gibi inip çıkıyordu. Sanki bu yerlerden hayat ebediyen çekilmiş gibiydi. Sanki henüz sönmüş kürenin üstünde tek başına kalmıştı Lütfü Hoca. Yoksa bu hissettikleri içinde bulunduğu ruh hâlinden mi kaynaklanıyordu. Onun iç âlemini anlamak için, dış hâline bakmak kâfiydi.
Kapıyı tıklattığında gelini Yaşar Hanım açtı:
- Aaa Hafız Abim gelmiş ana! Diye heyecanlanınca, bütün evdekiler dışarı fırladı. Biri atı elinden alıp ahıra çekti. Herkes başına üşüştü. Hüsna Ana, bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Üzmemek için sormadı. Kendisi açsın istedi.
- Kız Yaşar! Tandıra kurumuş kabak koymuştum. Hafızım onu sever.
- Hemen Ana! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.