"Hasan Baba hazretlerinin de duâsını almak niyetindeyim..."

A -
A +
"Hayırlı olsun Lütfü Hocam. İnsanların çoğu ne yaptığını bilmiyor. Eğer biliyorlarsa, peki kabahat kimin?"   Lütfü Hoca: - Şahbender Efendi! Sizi yeni tanımıyorum ki alınayım. Aile dostumuzsun, hem kaç senedir muhtarımızsın... - Emin Deden adaletli, dosdoğru bir büyüğümüzdü. Siz de adil hareket etmişsiniz. Koçkans’a göçleri göndermeseydin, kesin buraya getirirdik. - Öyle demeyin Samet Hocam duyarsa üzülür, lütfen komşular! “Vaki olanda hayır vardır…” derlerdi büyüklerimiz. - Bizden duâ… - En mühimi de o… Buraya da duâ almak için geldim. Dedim, köylülerim, anacığım, kardeşlerim, meselenin içyüzünü benden duysunlar. Hem duâlarını alayım, hem de “Kal, bırakmayız…” diyenleri fazla üzmeyeyim diye çıktım geldim tabii. İnşallah buradan Kehtik’e gideceğim. Hasan Baba hazretlerinin de duâsını alayım niyetindeyim. - Hayırlı olsun Lütfü Hocam. İnsanların çoğu ne yaptığını bilmiyor. Eğer biliyorlarsa, peki kabahat kimin? “Kusur kabahat, benimdir!” diyen bulunmaz bu devirde. İşin garip tarafı, suçluyu gözüyle gören de “Kabahat, senindir! Suçlusun!” diyemiyor. Mert insanlar kolay kolay çıkmıyor eskisi gibi. Böyle bir dünyadayız anlayacağınız. - Eskiler nere bizler nere? - Sen ve ben onlar, asırlardan beri bu dağlık yerin göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden mahrum bir avuç seferberlik artığı olarak ayakta kalmaya çalışıyoruz. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunaltmış, herkesin kimyasını bozmuş, aklını çelmiş, çevirmiş ve cehalet denilen zifirî karanlık içinde, ruhları, her yanından örülü bir zindanda gibi mahpus kalmış nesil var ortalıkta. İlim yok, âlim yok, olana da hürmet yok! Rabbim ahir ve akıbetimizi hayreylesin! - Âmin, âmin… Hüsna Anacığım ağlayarak anlatıyordu yaşadıklarını. - O yaştakiler çok çekmişler. - Harplerin her çeşidinin içinde bizzat cephede kalmışlar. Bu zavallı insanlardan, muhabbet, şefkat ve insanlık namına, artık ne bekleyebiliriz? Bu iklimin çoraklığı, ruhlarımızı kurutmuş… Harp, hakikaten bir felâkettir. İnsanlar ölür, esir edilir, evinden barkından, çoluk çocuğundan olur. Şu küçük köy parçasında bile o gidip de geri gelmeyecesi günler yüzünden yerini yurdunu terk edenlerin anlattıkları dudak uçuklatan cinsten. Anacığım şöyle anlatmıştı bir gün: “Muhacirler, öyle gelişigüzel yürüyorlar... Kiminin omuzunda bir yatak, kiminin koltuğu altında bir dağarcık, kiminin sırtında bir kundak bebek, kimi küçük, kimi hastalıklı aç susuz, yalınayak insanlar… Ağlaya ağlaya gözlerde yaş kalmamış...” İnsanın yaşı hiç kurur mu? - Demek kuruyormuş! - Bugünlerimize binlerce şükürler olsun. Elhamdülillah. - Nihayetsiz kere nihayet... - Biliyor musun Şehbender Efendi? Bazı günler, bazı seferler, bir çöl yolculuğu kadar zahmetli oluyor. - Nasıl? DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.