"İnsanlar, eşyanın dışına bakıyor, içini görebilecek göz yok bizde!"

A -
A +
Daha birkaç saat içinde çaresiz dedikleri illetten muzdarip hanımefendi sakinleşince haber köyde çabuk duyuldu.   Dursun Ağayı, hanımını, akrabalarından genç ve kuvvetli olan kadınları içeri gönderdim. Ben dışarıda dualarımı okudum… Dursun Ağa telaşla dışarı çıktı. - Hocam ne oldu? Kolu kanadı kırılmış, yorgun bir hâlde kalakaldı. Yoksa bayıldı mı, öldü mü? Anlayamadım! - Allah muhafaza! Gözleri kapalı mı? - Evet. - Hadi büyük geçmiş olsun… - Hocam, tabiri caizse Hızır gibi yetiştin! Bir kahvemizi içseydin bari. - Estağfirullah! Öyle demeyin! Mübarek hocamın bereketi! Kahve içeceğimiz günlerimiz de olur Dursun Ağam. Rabbim kederlerimizi, bütün sıkıntılarımızı def-ü ref eylesin, gerisi kolay. - Amin amin… - !!! Daha birkaç saat içinde çaresiz dedikleri illetten muzdarip hanımefendi sakinleşince haber köyde çabuk duyuldu. Akşam eve gittiğimde birçok hasta daha bekliyordu. Ne duâlarla o akşam yatağıma girdiğimde huzur ve saadetimi kelimeler ifade etmeye aciz kalırdı. Büyüklerimiz hep buyururlardı: “VAKİ OLANDA HAYIR VARDIR…” diye… Verintap’dan ayrılıp buraya gelmeseydim bu kadıncağızın hâli nice olurdu? O perişan olduğu gibi ailesi de ne iş yapabilir, ne kışa hazırlanabilirdi. Yıkımın çapını, tahribatını düşünmek dahi istemiyordum. Sırf bu iş için gelmiş olsam bile değmez miydi? İnsanlar, eşyanın hep dışına bakıyorlar, içini görebilecek göz de hiçbirimizde yok maalesef. Bugünkü hadise, büyük ve muhteşem bir sanat eserini henüz yeni bitirmiş gibi beni sevinç karışımı heyecana gark ediyordu. İstanbul’un hasretiyle yaşadığımı biliyordum. Belki de rüyalarımda kavuşurdum. Kahramanlarını o kadar tanıdığımız Dadaşlar diyarı Erzurum’un, şirin kazamız İd’in ve her biri birer yakuttan köşe köylerimizin misafirperver ahalisi, ayrı ayrı üstün meziyetlere sahipti. Envaiçeşit hatıralarımız olan bu güzel memleketin, imanlı ve mütedeyyin insanlarının yeniden dirilişi, ayağa kalkışına adadım kendimi. Nefsimin değil, mübarek hocalarımın peşinden gitmeye kararlıydım. Bu hoş olan niyet ve ümitle kendimi rahmet dolu, koyu kurşuni bulutların kamçıları; yıldırımların acı ve daima içimizden bir şeyler alıp koparan çığlıklarına bıraktım. Buralarda kaç türlü zamanı birden buluyorum? Başta çocukluğumu, delikanlılığımı, babacığımı, dedelerimi, ninelerimi, hısım akrabayı, konu komşuyu, heba olmuş ömrümü, velhasıl bütün mazimi... Hâlbuki onların hiçbiri, ne çocukluğum, ne tahsil hayatım, ne babam, ne de ondan evvelkiler yaşamıyordu artık… Uykusu gelmiyordu. Dışarı çıktı. Yüzünü yalayarak esen serin bir bahar yeli, içini ferahlandırdı. “Oh!” dedi, lacivert semaya baktı. Yıldız kaynıyordu. Sütpınar, bu bahar gecesinde bakımlı bir bahçe kadar güzel ve derinden akan bir nehir kadar duruydu. Onun insana verdiği huzur, kurdurduğu hayaller, açtığı yeni âlemler kadar daha güzel ne olabilirdi? Bundan fazlasını beklemek, bir köy yeri için imkânsızdı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.