Bu sevdayı, ne bir şiir, ne de bir efsane anlatabilir...

A -
A +
  Derin sevdasının dışa vurması, içini nurlandıran sırrı, aşk hayatının kapısı aralanıyor, en büyük muamma çözülüyordu artık. Halı kilim desenine ilmek ilmek dokunuşlar misali, HAC MESELESİ dantel örer gibi ince ince işlenmeye başlamıştı. Önce köyden gitmek isteyenlerin olup olmadığını araştırdı Lütfü Hoca. Bir vakit namazını müteakiben açtı mevzuyu. - Muhterem cemaat, neredeyse iki seneyi geride bırakıyoruz, ben sizden memnunum, sizlerin de benden memnun olduğunuza inanıyorum. Aksi bir durum görmedim çünkü. Muhabbetimizde şek ve şüphe de yok elhamdülillah. Onun için rahat ve emin konuşuyorum. Ya çok iyi saklıyorsunuz hislerinizi, ya da ben yanılmıyorum. - Estağfirullah Hocam! Siz de yanılmıyorsunuz, biz de… Senden, aile efradından razıyız, Hak teâlâ da sizlerden razı olsun. - Amin, ecmain. Rabbim müsaade ederse bu sene HACCA niyet ettim. Aranızdan kendisine hac farz olan ve gitmeyi düşünenler varsa beraber gidelim. Bu kolay kolay ele geçmez bir fırsat. Acelesi yok. İyice düşünün, taşının, sonra karar verin. Tam karar verdikten sonra da haberim olsun… Heyecanla sözün tamamlanmasını bekleyen Dilaver Ağa hemen söze başladı; - Hocam, ne zamandır ben de niyetleniyordum ama cesaretim yoktu. Hac şartlarını yerine getiremem diye korkuyordum. Siz olduktan sonra daha durur muyum? - !!! Onu müteakiben Dursun Ağa hemen söze girdi; - Bizim uşaklar da Almanya’dan mektup yazmışlar, “Baba HACCA git, masrafları biz karşılayacağız…” diyorlardı ama nasıl yapacağımı bilemiyordum. Benim kararım kesin! Listeye al, can-ı gönülden varım Hocam! - Ettik üç! Başkaları da çıkarsa bir kafile oluruz inşallah! İd’den, Nafız Turan da hep diyordu “Lütfü Hoca önümüze düş Hacca gidelim...” diye, yakın köylerden de vardır mutlaka. Birlikte olur, kendimize güzel bir mânevî ziyafet çekeriz. Hele o günler gelsin bakalım. - Şekerli’den vardır. - Yakında İd’e gideceğim. Daha detaylı malumat edinir, haber veririm. Şarktan garba, cenuptan şimale arayışlar, dünyanın estetiğini oluşturan huzur yumağı, aşk-ı ilahî olursa doymak ne mümkündü… Bu sevdayı, ne bir şiir, ne bir efsane, ne bir masal ne de bir hikâye anlatabilirdi... Mavi seyyareye inen her insanın, aynı yumurta ikizleri de olsa eşi benzeri olmadığı gibi ilâhî aşkın tarif ve tasviri de kişiye has ve eşsizdi. O, renk renk her yerde, tabiatın bütününde, insanın hücresinde ve her anda da nasiplisiyle idi. Nice arifler bunu tarife kalkar ama becerip yapamazdı. Onu yaşamayan vicdanların gölgesinde acı çeker, kaybolurdu “aşk” denilen yüksek muhabbet… Nice düşünür, sosyolog ve psikologlar “sevda” diyerek, başlarlar uzun uzadıya anlatmaya ama tam da izah edemez, “AŞK” demeleriyle kalırlar. Acizliklerinin düğümlendiği nokta, işte bu tarif edilmesi zor sevdada. Gel gör ki ilim ismi altında sayfalarca yazıp çizmeden de geri durmazlar. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.