Yorum

A -
A +

Ağustos sıcağında gündem bir kere daha alevlendi. Dikkatten kaçmayan husussa zamanlama. 1994'teki konuşma kasetinin TV ekranlarında yayınıyla Cumhuriyet Başsavcısı'nın Recep Tayyip Erdoğan'ın kurucu üyelikten çıkartılması ve Genel Başkanlık yetkilerinin kullanılmasına tedbir konması yönünde Anayasa Mahkemesi'ne müracaatı üst üste geldi. Her ikisi de aynı gündeydi. Garip bir tesadüf... Bu iki çakışma, bir başka tarihle buluştu. MGK toplantısından 1 gün önce... Böylece MGK'nın da dikkatleri çekilmiş oluyordu. AK Parti Genel Başkanı, TCK 312'den mahkumiyetine Siyasi Partiler Kanunu'yla Seçim Kanunu'nda bulunan dayanaklarla partiye üye, kurucu ve genel başkan olamayacağı hukuki bir mesnede bağlanırken, kasetle de ceza ihbarı yapılmaktaydı. Birkaç maksat güdüldüğü söylenebilir. Mesela, MGK'da Ulusal Güvenlik tartışmasını ikinci plana düşürerek askerin dikkatini hassasiyet duyduğu bir konuya çekmek suretiyle Mesut Yılmaz'ı rahatlatmak. İkinci sebep de Bülent Ecevit'i rahatlatmaya dönük. Ülkenin meşgul edilmesi lazım. İnsanlar açlık sınırında yaşama mücadelesi vermekteler. Gündem öyle bir münakaşa ile şaşırtılmalı ki açlık unutulsun. Kriz gölgelensin. Hazır hedef, AK Parti Genel Başkanı. Böylece hem bunlar temin edilmiş olacak, hem de ilgili kişi yıpratılacak. Zira yapılan anketler kaygıyla izlenmekte. Bu partinin önü kesilmezse tek başına iktidar olur korkusundalar. O yüzden "Yenilikçiler" daha partileşmeden taarruz ve salvo ateş altında kaldılar. Partileşme oldu, hücum devam ediyor. Bir de madalyonun diğer yüzü var. Savcının talebi sürpriz olmamıştır. Belki 'tedbir' beklenmeyen bir değerlendirme olarak görülebilir. Yani; Erdoğan ve arkadaşları böyle bir hukuki müdahaleyi bekliyorlardı. Öyleyse neden Recep Tayyip Erdoğan'ı Genel Başkan seçtiler? Daha baştan Arınç, Gül veya Şener'i o makama getirselerdi isabet olmaz mıydı? Herhalde bir büyük çıkış yapmak ve mağduriyetin de nimetlerinden istifade için. Peki o takdirde Erbakan-SP ilişkisinin bir benzeri yaşanmayacak mı? Ortada iki genel başkan olacak. Yönlendirici genel başkan ve resmi genel başkan. O zaman da haliyle şu sual akla gelmekte. Merkeze yürüyen bir partide bu tarz işler mi? Yenilikçi bir ekipte böyle bir üslup yaşamalı mı? Bir başka mesele de ismi geçenlerin hangisinde ittifak edileceği ve ittifak edilen kişinin emanetçilik yapıp yapmayacağıdır. Emanetçiliği şahsiyetlerine aykırı bulabilirler. Öyle bir gelişmede de Erdoğan'ın destek vermediği hatta dahası resmen başında olmadığı siyasi bir partinin şansı ne olur? Bunlar AK Parti'nin yolundaki koca kaya parçaları. Nasıl aşar, nasıl çözüm bulur, kadro nasıl hep istim üzere tutulur? Bu kadar saldırı, dava ve itham önünde sinirler nasıl zaptedilerek radikallik önlenir... Kolay değil. Çünkü savcının böyle bir prosedürü işleteceğini Erdoğan'ın danışmanı hukukçular bile ifade etmişlerdi. Anayasa Mahkemesi'nin savcıya muhalif bir hükme varacağını söylemek zor görünüyor. Partiler, demokrasinin evlatlarıdır. Evlatlarını yemek veya ona dışarıdan bunu yaptırtmak kime ne kazandırır? Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz. İddialar ve kavgalar. Halbuki Türkiye'yi sevmek herkesin hakkı. Bu hakkı tekele almak mümkün değil.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.