Üzeyir Garih

A -
A +

Müessif haberi alınca bir çok ihtimaller düşündük; sonunda, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun Azerbaycan'da bulunması, O'nun Azerbaycan Harbiyesi'nin mezuniyet merasimine iştirak ettiği, Türk "ulduzları"nın semaya 'Azerbaycan' yazdığı, bu münasebetle sık sık ve iftiharla "iki devlet tek millet" dendiği bir günde cinayeti bu yakınlaşmadan rahatsız olanların işlettiği fikri kendini bize kabul ettirdi. Ondan az evvel şöyle düşünüyorduk... AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan da Anayasa Mahkemesi yolunun açılması ile yavaştan yavaşa gündemden düşecek. Sırada ne var acaba? Bu suali zihnen sorarken aldığımız haber, dış destekli bir cinayeti en kuvvetli ihtimal olarak göstermişti. Sonraki gelişmelerle 'adi cinayet' dendi... Acaba öyle mi? Hakikaten öyle olabilir. Cemiyetin başına çok ciddi dertler açma yolunda potansiyel tehlike teşkil eden sokak çocukları, tamamen insiyaki olarak ve bir telefona tamaen Üzeyir Garih'i öldürmüş olabilirler. Bu bir ihtimal. Diğer ihtimaller de var... Bütünüyle Cezayi ehliyete sahip olmayan bir tinerci çocuk, tetikçi olarak kullanılmış olabilir. Kim tarafından... Burada da iki şık ortaya çıkıyor.. Kuvveli olanı, Türkiye'nin huzuruna kasteden, O'nu laik-anti laik, gerici-ilerici, Türk-Kürt... gibi tefrikalarla birbirine düşürerek bölge ve dünyada hak ettiği yeri almasına mani olmak isteyen dış mihraklar. Veya... Daha zayıfı... Şimdi anlaşılıyor ki Üzeyir Garih'in Müslüman olma yüzdesi yüksektir. O, zamanında İspanya'dan Türkiye'ye göçmüş bir Musevi ailesinin çocuğudur. Haham lisesini bitirdikten sonra da İTÜ'ye girerek mühendis çıkar. Yahudi din adamı yetiştiren bir mektepte Musevi dini üzere tahsil yaptığı halde her hafta cumartesi günü Eyüp Sultan Mezarlığı'na giderek burada Nakşibendiyye Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrini ziyaret eder. Cumartesi, Musevilerin kutsal günü olmasına rağmen havraya değil, İslam Kabristanına gitmektedir. İş ortağı İshak Alaton bu durumu şöyle açıkladı. "O, hayattan sonraki hayata inanan bir mü'mindi". Evet, her şeriatin mensubu o dinin müminidir. Doğru, fakat Alaton, vâkıf olduğu bir esrar perdesini böyle orta bir yolla aralıyor olabilir. Nitekim Lili Garih'in söyledikleri de dikkate alınmalı. Eşinin dediğine göre Garih, her cumartesi öğlen üzeri iki saat kadar ortadan kaybolmakta ama bunu kendisine da söylememektedir. Nereye gittiği şimdi anlaşılıyor. Böyleleri, içinde yaşadıkları şartlar icabı İslam olduklarını belli edemedikleri için, ecdat, onlara "gizli din taşıyan" diyordu. Evi, zamanında Beşiktaşlı Yahya Efendi'nin mekânıymış. Bunu çok kısa bir zaman evvel öğrendik. Yahya Efendi, Üveysi, takipçileri Nakşi idi. Küçük Hüseyin Efendi, vefat ettiğinde Üzeyir Garih, 1 yaşındaydı. Babası Ezra Garih, o zatın bendelerinden biri olabilir. Veya kendisi sonradan ihtida etmiştir. Denizde kopan şiddetli bir fırtınayı sağ-salim atlattıktan sonra nezr ettiği yıllanmış şarabı huzuruna getiren Apostol'un hediyesini şerbete döndüren, kendisini İslama çevirerek Ali yapan Yahya Efendi hazretleri, dergâhında oturan Üzeyir Garih'i de ruhaniyeti ile hidayete kavuşturmuş olabilir. Her şeyin doğrusunu Cenab-ı Hak bilir. Şayet böyle ise onun bu ziyaretlerinde rahatsız olanlar da çıkmış olabilir. Demek ki bu öldürme hadisesinde 3 şık var. Sıradan bir adi cinayet. Dış şüphe ve diğeri. Her ne olursa olsun. O, şimdi hayatta değil. 72 yaşındaydı. Bir şekilde elbette bu dünyaya veda edecekti. Mühim olan arkasında bıraktığı hoş sada. Bugün herkes "iyi insandı" diyor. Kendisiyle Entelektüel Boyut Programı'nda tanışmıştık. Koruma kullanmıyordu. Bir tek şoförü vardı, onu da "arkadaşım" diye takdim etti. Sohbetimizden bir sözünü unutmadık. "Korumanın silahının hangi gün kime çevrileceği belli olmaz". Koruma kullansaydı belki bu cinayet işlenmezdi. Caydırıcı olurdu. Şu var ki gerçekten gizli din taşıyorduysa zaten kimse şahid olsun istemeyeceği için mezarlığa yine yalnız gidecekti. O'nu orada Can Kıraç'ın iki kere görmesi ise tamamen tesadüf. Üzeyir Garih'le daha sonra da farklı zamanlarda merhabalaşmamız oldu. En son Türkmenistan'da bir otelde baş başa yemek yedik. O günkü bir sözünü de unutmadık. "Lazım olduğunda nakde çeviremediğin mal senin değildir". Hem iş adamı, hem fikir adamıydı. Eli kalem tutan nadir müteşebbislerimizdendi. Türkiye sevgisiyle, insan sevgisiyle doluydu. Tecrübelerini paylaşan ve sonraki nesillere aktaran bir insandı. Servet ve şöhretine mukabil alçakgönüllü bir kişiydi. Maktul Üzeyir Garih, İslam dini üzre öldüyse Allah rahmet eylesin. O takdirde bu ölüm şekline göre şahadetine hükmedilir. Musevi olarak öldüyse toprağı bol olsun... Vahşete terk edilmiş bir sorumsuzun hissizce salladığı insafsız bıçak darbeleriyle bir ses kesildi. O ses dinleniyordu.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.