Krizin öğrettikleri...

A -
A +

Köyden kente göç, 1950'lerde yolların hayata girmesiyle çoğaldı... Kente gelen insanın ilk yaşadığı gündelik şaşkınlıklardan biri yiyip-içtikleriyle alakalı oldu. O, -meselâ- karpuzun taneyle, unun kiloyla satılmasına şaşırmıştı. Aynı şaşkınlığı bir zaman sonra işçi olarak gittiği Avrupa'da bir kere daha yaşadı.. Orada şaşkınlık konuları daha da küçülmüştü. Karpuz, dilimle, elma taneyle satılıyordu. Hatta biber bile. Burada "kaç kuruşluk adamsın?" diye kaba laflar edilirken orada bir feniğin büyük para olduğu keşfedildi. O insanlar, kiler kültüründen geliyordu. Yazdan hazırlıkların yapılıp, kışlık kavuna varıncaya kadar ihtiyaç maddelerinin saklandığı bir adetleri vardı. Şeker çuvalla alınırdı. Et, kavurma haline getirildikten sonra küplerde saklanırdı. Mahalle sakalarının ortalıktan el etek çekip de suyun evlerde musluklardan aktığı, elektriğin bir düğmeyle odalarımızı ısıttığı zamanlar, sonraki medeniyet geçişleri oldu. Elektrikle beraber tel dolabın yerini buz dolabı aldı. Sobaysa geleneği en inatla sürdüren oldu. Daha ötelere gitmiyoruz... Kilden sabuna, külden deterjana, kininden reçeteye dönüşen hayatlara. Ekmeğin tandırlarda yapılıp bir ay saklanarak yendiği günlere de. Her devir kendisiyle, kendi şartlarıyla, zevkleriyle, hayatı ve mensuplarıyla güzel. Şimdi bunlar hikâye kitaplarıyla, romanlarda, 1950-60'ların filmlerinde ve hatıralarda kaldı. Motorlu taşıtların yerini dünkü faytonlar alamaz. Bilgisayar terk edilerek daktiloya dönmeyi kim arzular? Ama, krizin öğrettikleri var. Telefonda konuşma uzadıkça paranın arttığı fark edildi, Lüzumsuz yanan elektriğin, fuzuli yere akan suyun faturayı kabarttığı öğrenildi. Her zaman otomobile binmenin şart olmadığı görüldü. Kısacası bir devirden bir devire çok hızlı geçilmişti. Şimdi anlaşılıyor ki o yeni devrin temeli borca dayanıyormuş. Önce kriz kelimesi öğrenildi sonra da krizin öğrettikleri. Kriz, onu öğretti ki "el kesesinden beylik olmaz." Kriz bir şey daha öğretti, "insan ne oldum değil, ne olacağım" demeli. Yamalı elbiseyle büyüyenler, imkânlara kavuşunca başka adamlar olmuştu. Öğrenilen bir şey daha var, israfın haram olduğu kafalara dank etti.. Krizin öğrettikleri bunlardan ibaret değil. Köyü, köyün kıymetini tekrar hatırlattı. Dahası var. Kriz, kiracının nimet olduğunu da öğretti. Neydi o mülk sahiplerinin hali? Kiracıyı köle sanıyorlardı. Kira dövizle, teminat TL. İnsafsız artışlar. Şimdi kiralık yerlerden geçilmiyor. Demek ki insan varsa mülk para eder. Böylece bir fayda daha göreceğiz. O kötü inşaat anlayışı da bitecek, her evin altına bir dükkân yapma alışkanlığı son bulacak. Bir ders gerekiyormuş, ağır oldu, acı oldu inşallah kendisi kısa tesiri uzun olur. Onun için dededen-babadan tevarüs ettiğimiz bazı alışkanlıkları terk etmeliyiz. Onlar ayıp değil. Zaruret. Ayıp, şuna-buna el açmakta. Ayıp, yük olmakta. İktisat eden mahrum kalmaz. Onun için elma, armut, şeftali ve benzerlerini taneyle, üzümü salkımla, eczaneden hapı tek tek almalıyız. Bu misaller çoğalabilir. Haddinden fazla akan her musluk israf, yanan her ampul parayı da yakmaktadır. Devlet, çek, senet, döviz mevzuatına sıkı tedbirler getirmeli, aileler de aile fertlerine. Herkes ayağını yorganına göre uzatmak zorunda. Bir de yazın gölgenin hoş olmadığını fark etmeyi. Şu şartlardaki bir memlekette cumartesi tatili israftır, bu kadar tatil de. Senelik tatiller uzun. Adliye bile 45 gün tatil yapıyor. TBMM, uzun-upuzun tatil yapıyor. Kriz tatil anlayışımızdan, kullandığımız sabunu harcama miktarına kadar her şeyi tekrar gözden geçirmemiz gerektiğini öğretti. Eğer... Bu kriz bir şerse... ..."Hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ.." Amentü'de "hayır ve şer yüce Allah'tandır" diye iman etmiyor muyuz?. Onun için derya dil insanlar şöyle demişler. "Muntazamdır cümle ef'alin senin aklı ermez hikmetine kimsenin"..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.