Irak gailesi

A -
A +

Körfez Harbi sırasında Türkiye, Irak'a girmeli miydi girmemeli miydi? Bu mesele, aradan geçen 10 yılı aşkın bir zamana rağmen konuya duyarlı çevrelerde aynı sıcaklığıyla tartışılmaya devam ediyor. Devrin genelkurmay başkanı Necip Torumtay, harekâta muhalif kaldığından istifayı tercih etti. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'sa vesilesi doğmuşken Irak'a girip I. Cihan Harbi ve sonrasındaki müzakerelerde bizden koparılmış Musul, Kerkük ve etrafındaki vilayetleri geri almamızı istiyordu. Olmadı; şimdi anlaşılıyor ki o istifa, aynı zamanda başkumandan olan cumhurbaşkanı üzerinde karamsarlık oluşturmuştu. Baştan projenin istirdat üzerine kurulu olması itibariyle ondan vaz geçilmesi kalan her gelişmeyi çıkmaz sokaklara sürükledi. Nitekim Körfez Harbi'nden ziyanla çıktık. Sonrasındaki kayıplarımızsa daha büyük oldu. Bir Kerkük-Yumurtalık boru hattının senelerce kapalı kalması, Habur'un bir türlü açılmayıp ihracatımızın önemli yollarından birini kendi elimizle felç etmemiz, başta güneydoğu olmak üzere işsizlik ve fakirleşmede derin etkiler meydana getirdi. O etkilerin daha sonraki krizlerde pay sahibi bulunduğu da inkâr edilemez. Bugüne gelince; bugün, Irak artan bir tempoyla yine gündemde. Hiçbir gün gündemden düşmemişti de. Galiba 'yeni dünya' düzeni dedikleri oluşumun bir parçası olarak Afganistan'a paralel bir şekilde -hepsi de Müslüman- birtakım diğer devletlerle birlikte Irak bir kere daha dikkatlere sunuldu. Cevabı bulunamayan soru odur. "Amerika, neden Körfez Harbi'nde Saddam Hüseyn'i devirmedi?" Devirmedi mi, deviremedi mi? Bugün dahi Irak diktatörünün çevresinde Amerikan ajanlarının olmadığı söylenebilir mi? Herhalde devirmemeden ziyade ikame değerin bulunamama sıkıntısı var. Saddam Hüseyn, şu veya bu şekilde birlik ve otoriteyi kurmuştur. O'nun aşağı alınması, bir dağılmaya ve peşinden istiklal ilanları, bölge devletlerinin işin içine karışması ve yeni bir dünya kavgasına kadar karışıklıklara yol açabilir. Bu noktada bugünkü Türkiye politikası, Amerika'nın bu görüşüyle birleşmekteyse de 11 Eylül sonrasında gelişen yeni fikri yapılanmayla Washington, o tezini terk etmiş görünüyor. Afganistan müdahalesi yapılırken bile The New York Times'da William Safire imzasıyla çıkan yorumu hatırlayacaksınız. O günlerde hayli ses getirdi. II. Bush ve ekibinin de gayesi buydu. Üzerinde konuşulacak kehanetlerle dünya kamuoyunu hazırlamak. Buna göre Türkiye Musul'a girecek, diğer taraftan da kuzeyde Türkiye kontrolünde özerk bir Kürt devleti kurulacak, Türkiye Kürtleri de bunlarla yakın münasebet içinde olacaklar. Türkiye, en başta genelkurmay olmak üzere bu görüşe şiddetle karşı. Türkiye'nin yeni 'tebliğ'i şu: -Körfez Harbinden zararla çıktık, bir maceraya daha atılamayız. -Irak'a müdahale, bir Kürt devletinin doğmasına yol açar, buna müsaade etmeyiz. Biz müsaade etmediğimiz gibi diğer bölge devletleri de müsaade etmezler. Bir müdahalenin Kürt devletine davetiye çıkartacağını Ankara, mutlaka istihbarat bilgilerine dayanarak söylüyordur ama buna rağmen görünürde böyle bir işaret yok. Herhalde dile getirilmeyen gerçek asıl şu; Irak'a müdahale Saddam Hüseyn kuvvetlerinin Türkiye'ye saldırmasına yol açma tehlikesi. Bu ne demek? Zaten kriz ekonomisi yaşayan yurdumuzun bir de savaş ekonomisine sürüklenmesi. O ise felaket olur. Kaldıramayız. İhracat, ticaret, alışveriş yapmak, sınırları kaldırıp veya gevşetip para sirkülasyonunu hızlandırmak varken kitle imha silahlarıyla insanı insanın kurdu yapmak yanlış. Peki ya Ecevit, Beyazsaray'da bu yönde ikna edilirse. Nitekim Afganistan müdahalesinde en başta 'asker vermiyeceğiz' diyorduk. Kıldan ince köprülerden geçiyoruz. Irak gailesi, Irak hailesine dönüşmesin.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.