ÇATIŞMA KÜLTÜRÜ

A -
A +
İki asra yakın bir zamandır çok sahada ve hayatın çok  yerinde parçalanmışlıklar yaşadık. Bu parçalanmışlıklar devam etmektedir. Ne kadar devam edeceği, değerlerin ne zaman yerine oturacağı da belli değildir. Bu parçalanmışlıkların esası, özden kopma ve asıldan uzaklaşmadır. Mahiyetinde  taklitçilik başkalarına imrenme, benzeme ve bir diğeri olma arzusu vardır.
3 Kasım 1839  Tarihli Tanzimat’tan bu yana hızlanmış bir biçimde çifte şahsiyetli olma illetine yakalanmış bulunmaktayız. Aile başka söyler, okul başka söyler, okul başka söyler cami başka söyler. Hutbe faizin haramlığını haber verir, reklam teşvikini yapar. İmam ve ilmihal kıyafetteki ölçü ve riayet şartını tebliğ eder, moda aksine özendirir. Bir çatışma kültürü içindeyiz. Bu bir buçuk asrımız o çatışma kültürünün tarihî seyridir. Aslında darbeler de bu çatışma kültüründe dayatmacı zorbalığın adıdır. Haçlı dünyasının ona hayran bağlıları dinine, köküne, geleneğine ait milleti âdeta döve döve o hayranı olduğu dünyaya benzetmek istemiştir. Çatışma kültürünün bugünlerde yaşanan en son örneği, müftülere de nikâh kıyma yetkisini tanımadır. Nikâh, İslami emirler içinde aileye dair terki mümkün olmayan bir şarttır. Aile bunu yerine getirirken on senelerdir dünyevi/seküler olanla, uhrevi olan arasında sıkboğaz edilmiş, mahkemeler ve hapishanelerin devreye girdiği çok görülmüştür.
İslam ilmiyle donanmış  olanın idrak ve anlayışına göre insan, doğumla ölüm arasındadır. Doğumdan itibaren mezara doğru bir yürüyüş vardır. Bu dünya bir hazırlık ve imtihan yeridir. Burada yapılan ve yapılmayan her şeyin bir hesabı vardır. Ölmek yok olmak değildir. Geçen her saniye dahi insanı ölüme, mezara ve hesaba yaklaştırmaktadır.  Telkinler ve  dayatmalarla özendirilense bu dünyanın yaşanacak tek yer olduğudur. Ne varsa buradadır. Ötesini düşünmeye gerek yoktur. Bu aldatıcı anlayışı tüketici zekâsı menfaate dönüştürmüştür. Yılbaşına hazırlanmak ve yılbaşı gecesi bir tüketim çılgınlığında geçer. Bu çağın diğer adı tüketim ihtirasıdır. Tıpkı anne, baba gibi aile için değerlerin kutlama adı altında tüketim ekonomisinin israfına dönüşmesi gibi yılbaşları da bir hafta on gün önceden başlayarak yeme içme, seyahat ve eğlencesiyle tüketim israfına, borçlanma ve taksit sorumsuzluğuna dönüşmektedir.
Hâlbuki biz istesek de istemesek de zaman hükmünü icra etmekte. Saliseler, saatlere saatler gün ve aylara akarak yıl tamamlanmakta, yaşlar üst üste binmektedir. İşte burada bir parçalanmışlık ve çatışma kültürü daha söz konusudur. Toplum olarak bir Hicri Yeni yılı kutlamaktayız. Bir de Miladi takvimle yeni yıl gelmektedir. Birincisinde dualar, tebrikler esasken ikincisi üstelik Noel ile karışarak fanilik düşüncesini yitirmiş insan için kendini kaybetmeye kadar varmaktadır. Buna dair cami başka bir şey demekte, reklamlar başka şeye teşvik etmektedir. Hani bazı çıkmazda olanlar vardır. Bunlar, dertlerini unutmak için, uyuşturucuya sığınırlar. Bazıları için yılbaşı idraki de böyle olmaktadır. Âdeta varlığını, sonsuzluk zevkini reddederek hiçliğe  kapılmaktadır.
Değişmez gerçek o ki Hicri, Miladi,  Çin vs. hangi takvimle kutlanırsa kutlansın her takvim bitişiyle,  bir yıl arkada bırakılmakta ve meçhul bir seneye adım atılmaktadır. Sonuçta mutlak hakikat ne ise, İlahi kudret kader olarak  ne takdir etmiş ise o tecelli etmektedir.   
Zamanın kıymetini bilen akıllı insanlara ne mutlu.
Zamanın kıymetini bileni zaman pişman etmez.
Eserler, o insanlarındır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.