KEFENLERİ KAR OLDU!

A -
A +
5’li yaşlarımda olmalıydım; merhum babam, dostlarıyla  konuşurken "Sarıkamış" diye bir yerden bahsediyorlardı. Bu kelime nedense hafızama nakşoldu kaldı. Sonraki yıllarda "Sarıkamış" dendiğinde gözümde uzamış sarı kamışların doldurduğu sazlı bir dere canlanırken bir gün gelip de hayalimdeki Sarıkamış’la hakikat ikliminde buluşacağımı o zaman düşünmem elbette mümkün olamazdı.
Üniversite içi ve önündeki anarşiye rağmen İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olabilince hemen askerliğe müracaat ettim. Polatlı Topçu ve Füze Okulu’nda asker elbisesini giydiğimde takvimler, 3 Mart 1975’i gösteriyordu. 4 aylık bir eğitimden sonra diplomamızı alarak yedek subay olmuştuk. Sıra kur’a çekmeye gelmişti. Yüzlerce yedek subay, heyecanla ellerini torbaya daldırıyorlardı. Sıra bana geldiğinde kur’ayı çektim; kâğıtta "Sarıkamış" yazıyordu. Gülerek yerime koşuyordum ki kur’ayı çektiren subay hayretini gizleyemedi. Dediği bugün bile kelimesi kelimesine aklımdadır:
-Hem Sarıkamış, hem gülüyorsun?!
Döndüm ve aynen şöyle dedim:
-Sarıkamış, bu vatanın bir parçası değil mi?
 9. Tümen, 9. Topçu Alayı Uçaksavar Bölüğü’nden teğmen rütbesiyle terhis olduğumda 2 Eylül 1976’ydı. Bir yılı aşkın bir süre 2 bin 100 metre yükseklikte o çocukluk hayalimdeki Sarıkamış’taydım. En az 8 ay bütün çevre, gözün gördüğü her yer, karlarla kaplı ve bembeyazdı. Toprak hasretini orada yaşadım. Karşımızda kefene sarılmış bir şehidi hatırlatan Allahuekber Dağları, bütün heybetiyle yükseliyor, ova kaymak tutmuş bir engin kâse gibi uzayıp gidiyordu. İki kalın yün çorap ve iki kalın eldiven giymek zorunda kalıyorduk. Çarşamba akşamlarıysa postallarımıza geçirdiğimiz hedik’lerle ormanlık bölgeye gece tatbikatına gidiyor, bahar gelince de 2 bin 300 metre yükseklikte tatbikata çıkıyorduk. Bugün dahi o günkü askerlerimizden bizi arayanlar vardır.
Tarihe şahitlik adına söylemeliyim ki o günkü Sarıkamış’ta bile çok zor, çok çetin bir askerlik yaptık. Bunda toplum psikolojisinin derin etkisi olduğu kanaatindeyim. Önce 1293/1877 Türk Rus Harbi’ni yaşamış, 5 asırlık vatan Rumeli’yi ve Kuzeydoğu Anadolu’yu yitirmiştik. Onu  I. Dünya Harbi, Sarıkamış ve Çanakkale kayıpları takip etti. I. Dünya Harbi’ndeki 1 milyon kaybımızın en az üçte biri bu iki cephededir. 22 Aralık 1914 ve 5 Ocak 1915 tarihleri arasında cereyan eden "Sarıkamış Muhasara ve Meydan Muharebesi", 3. Ordu’nun 1 buçuk aylık bir çabaya rağmen Moskof’u püskürtememesi yüzünden başlamış ve fakat korkunç kar ve kışın da varlığıyla savaş kaybedilmiş, Allahuekber Dağları'ndaki ana kuzusu Mehmetcikler "Allah Allah" diyerek bir daha uyanmamak üzere derin uykulara dalmış, karları kefen olmuştur. Bu facianın ardından II. Cihan Harbi gelmişti. Kanlı diktatör Stalin, Kars, Ardahan ve Boğazları istemişti. Bu tehlike ve hava askerlik günlerimizde hâlâ  kendini hissettiriyordu. 9. Tümen’in varlık sebebi, bir Rus istilasında düşmana set çekmek, geçit vermemekti. ‘70’li yıllar, komünist tehlikenin tehditler yağdırdığı zamanlardı. Sarıkamış, o gün de bir cepheydi.
Sarıkamış şehid ve gazileri için yakılmış yürek paralayıcı ağıtlar, doğrudan insanın yüreğine dokunur, gözlerinden yaşlar akıtır. Bir ananın 5 aslan evlâdını birden Sarıkamış’ta şehid vermesi her şeyi anlatmaya yetmez mi?
Biz, terhis olduktan sonra da askerlik yaptığımız yeri unutmadık.
Kendisi mütevazı, ismi şanlı bir ilçemiz olan Sarıkamış, uzunca seneler boyu sohbetlerde yoktu. O’nu geniş kitleler önünde yeniden gündeme taşıyan Sarıkamışlı Prof. Dr. Bingür Sönmez oldu. TV programları yaptı, kitaplar yazdı, Sarıkamış Harekâtı’nın yıl dönümünde bölgeye geziler düzenledi. Bingür Hoca’nın dâvetlerine çok kere iştirak ettim. Görüp yaşadıklarımı yazdım ve ekranlarda anlattım. Bir gidişimizde Cıbıl Tepe’ye Türkiye’nin en uzun gönderli bayrağını diktik. Tepenin adını "Bayrak Tepe" diye yazdım öylece resmîleşti. Ayrıca Allahuekber Dağları'na çıktık. Şehid ve gazilerimize oradan dualar okuduk. O günleri tahayyül ettik. Şimdi artık bu  mes’ele devlete ve millete mal oldu. Bakanlar ve binlerce vatandaş  Sarıkamış Yürüyüşü’ne katılmakta, TV’ler o yürüyüşü naklen vermekte.  
Birkaç yıl öncesine dek Kut’ül Amare diye bir hadise bilinmiyordu. Sarıkamış karlar altında, Kut’ul Amare kumlar altında kalmıştı. İki yıl kadar evvel O’ndan hem bu sütunda uzun-uzadıya bahsettik ve hem de ekranlarda anlattık. Kut, hezimete uğramış İngiliz alınmasın diye nisyana terk edilmiş bir zaferimizdi. TRT, Kut’ül Amare’yi film yaptı. İnşallah Diriliş-Ertuğrul ve Payitaht-Abdülhamid dizilerindeki başarı tekrarlanır, hatta onları geçer. Payitaht’ın cuma günkü bölümü zirve yaptı.   
Sarıkamış Harekâtı da dizi yapılmalı.
Tarihî filmlerimiz önce dizi sonra sinema filmi olmalı.
Bir ay kadar önce Ayla filmini gördüğümde bana "nasıl buldun?" diye sordular.
Cevabım şu oldu:
-Türkler, bu işi öğrenmiş.
                *
Karlarda yatarlar şerefli-şanlı
Kimisi vurulmuş nur yüzü kanlı
Kimisi nevcivan tâze nişanlı
Boynu bükük melül gözü yoldadır
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.