POSTMODERN İHANET!

A -
A +
Takvimler, 28 Şubat 1997 gününü gösteriyordu. Vatandaş tedirgin, hava kurşuni renkliydi. Yarınlar karanlıktı. MGK/Millî Güvenlik Kurulu, bugün iki muhalif kanada ayrılmış olarak askerî tabirle “içtima etti”…
9 saat süren toplantı bittiğinde yapılan açıklamada laikliğin demokrasi ve hukukun teminatı olduğu söyleniyor, laiklik maddelerinin, tevhidi tedrisat kanununun, kıyafet kanununun tatbik edilmesi, kesintisiz eğitimin 8 yıla çıkarılması, cemaat okullarının MEB’na devri, Kur’ân kurslarının teftiş edilmesi, tarikatların kapatılması,  kurban derilerinin derneklere verilmemesi, irtica sebebiyle ordudan atılan gerici subayları müdafaa eden ve orduyu din düşmanı gibi gösteren medyanın kontrol edilmesi  isteniyordu…
Geçmişi, 1970’lere dayanan Millî Görüş Hareketi, kapatma dâvâlarına rağmen her defasında bir başka parti ismi alarak  siyasi mücadelesine devam etmekteydi.  MGK, 28 Şubat’ta toplandığında bu hareketin kurduğu RP/Refah Partisi, seçimleri kazanmış ve DYP/Doğru Yol Partisiyle birlikte ortak hükûmet kurmuştu. RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan Başbakan ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanıydı.
Demokrasi, halk iradesi, böyle tecelli etmişti. Fakat asker, yargı, üniversite, iş adamı ve medya elitleri yerli ve millî olan her şeye karşılardı. Bunlar, Tek Parti zihniyetinin devamıydı. 27 Mayıs’tan itibaren bütün cunta darbeleri bu zihniyetin ürünüydü. Bu sebeple Refah Yol iktidarına muhalif değil, düşmanlardı. Ellerinden gelse Tek Parti iktidarı döneminde olduğu gibi Allah demeyi bile yasaklayacaklardı. Kökleri dışarıdaydı. Mason, siyon ve vahşi kapitalizm yönlendirmesindeydiler…
Kapalı kapılar ardında kirli oyunlar tezgâhlayarak müdahaleye haklı gerekçeler uydurma peşindeydiler. 28 Şubat kararları öncesi ortalığı birden adına “aczmendi” denen uzun âsalı, kukuleta cübbeli, karanlık  bakışlı ürkütücü tipler doldurmuştu. Bir kısım uydurma tarikat başları türemiş,  güya onların istismar ettiği tedariklenmiş kadınlar ekranlarda ağlayıp duruyorlardı.
Bunlar olurken Sincan Belediyesi, Kudüs Gecesi tertipledi. Bir piyes sahneleniyordu. Piyeste Kudüs’ün işgali, Mescid-i Aksa’ya saygısızlık ve Filistinlilere yapılan zulümler kınanmaktaydı. Siyonistlerin ayağına basılmıştı. İçerideki adamlarını harekete geçirdiler. Sincan’da tanklar göründü. Neler oluyor? diye sorulduğunda 28 Şubat’ın kralı Orgeneral Çevik Bir, “balans ayarı yapılıyor” dedi. Bu  alaylı imâ ile neyin kastedildiği 28 Şubat günkü MGK bildirisiyle ortaya çıkacaktı. Kurul başkanı Başbakan Erbakan idi ama bildiri O’na karşıydı. Başbakan, bu utanç metnini imzalamadı. 4 Mart günü yumuşatılmazsa imzalamayacağını açıkladı. Dediği olmayınca da imzayı reddetti. Ama bir kısım medya algı operasyonu yaparak imzalamış gösterdi.  21 Mayıs’ta 28 Şubat’ın yargıdaki kralı başsavcı Vural Savaş, “ülkeyi iç savaşa sürüklediği” iddiasıyla RP aleyhine kapatma davası açtı. Asıl iç harp tamtamını bu düzmece iddianame çalıyordu. Ama şükür ki  millet oyuna gelmeyecekti.  7 Haziran’da genelkurmay başkanlığı bazı ticari şirketleri kara listeye aldı. 10 Haziran’da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri genelkurmay başkanlığında bir salona dolduruldular. Onlara güya brifing verildi. Bu çürük hukukçular, taşıdıkları sıfatlardan da hicap etmeyerek askerin kendilerine yağdırdığı talimatları ayakta alkışlayıp cuntaya biat ettiler. Yargı, postalların altına paspas yapılmıştı.
Başbakan Erbakan 18 Haziran’da istifasını Cumhurbaşkanı Demirel’e verdi. Tansu Çiller, başbakan yapılsın diye istifa etmişti. Oysa Süleyman Demirel, vazifeyi Çiller’e değil, Turgut Özal’ın siyaset hatası Mesut Yılmaz’a verdi.  ANAP, DYP’den küçük olduğu hâlde bu yapılabilmişti. Demirel, daha evvel  12 Mart ve 12 Eylül’de darbeyle devrildiği hâlde bu defa “Postmodern Darbe” denen 28 Şubat ihanetine destek oluyordu. Aynı Demirel,  başı örtülü kız talebeler okuma hakkından mahrum kalınca da “onlar da Suudi Arabistan’a gitsinler!” diye vicdanları yaralayan bir laf da edecektir. Yılmaz,  sadareti kapınca Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk’la beraber  ANASOL-D Hükûmetini kurdu.
Böylece darbenin asker, yargı, medya, üniversite ve hükûmet çerçevesi tamamlanmış ve sıra zulümlere gelmişti. Darbeciler kendilerinden o kadar eminlerdi ki 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini ileri sürüyorlardı. Cunta,  MGK’nın aldığı kararlara “28 Şubat Eylem Planı” adını vermişti. Bu  faşizan dayatmaları  tatbik için Batı Çalışma Grubu adlı bir  şebeke kurulmuştu. Başlarında General Çevik Bir vardı. Vatandaşlar, kebapçılara kadar fişleniyordu. İrtica iddiasıyla TSK, MEB, bürokrasi, adliye, üniversite tasfiye edildi. “Yeşil sermaye” diye bir yalan uydurularak  beyaz Türklerden olmayanlara  nefes alma imkânı kapatıldı. Basın hürriyeti bitirildi.  İmanının varlığı bile şüpheli  birtakım sözde ilahiyatçı akademisyenler, sahibinin sesi olarak  her akşam ekranlardan zehir kusmaktaydılar.
Sabih Kanadoğlu, Vural Savaş, Yekta Güngör Özden, Çevik Bir, Kemal Gürüz, Kemal Alemdaroğlu gibiler cuntaya yaslanarak milletin değerlerine taarruz ediyorlardı. Bir kısım medya, sermaye,  üniversite, yargı 28 Şubat’ın uşağı olmuştu. Üniversite önleri dram ve gözyaşı doluydu. Sırf başı örtülü diye binlerce genç ve onların aileleri  mağdur ediliyordu.
Bunlar yaşanırken 15 Temmuz’dan sonra FETÖ’cü denen grup, gazete ve TV’lerinde halkın seçtiği iktidara yüklenip “başaramadınız çekip gidin!” diye manşet atarak yardakçılık yapıyorlardı...  
Postmodern Darbe adlı Postmodern İhanetin yalnızca yukarıda saydığımız kişi ve aidiyetler tarafından yapılmadığı asıl gücün FETÖ’cüler olduğu 15 Temmuz darbe ve işgal teşebbüsü ihanetinden sonra ortaya çıktı. Bir şey daha ortaya çıktı. FETÖ’cüler, 2012’den itibaren Ergenekon davaları adı altında davaları sulandırarak  delil ve failleri sakladılar.
Bu sebeple 28 Şubat’ın her unsuruyla yeniden mahkemeye götürülmesi gerekir.
Postmodern İhanet, bin yıl değil 10 yıl bile sürmedi.
Ancak zararı çok büyük oldu.
Ciddi bir beyin göçüne ve yetişmiş insan harcanmasına yol açtı.
Şu var ki hiçbir ihanete muvaffakiyet nasip olmaz.  
Darbecinin bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı var.
28 Şubat olmasaydı  bugünkü iktidar kadroları doğmayacaktı.  Küfürbaz cuntacılar, sadece Başbakan Erbakan’ı istifaya zorlamamış, istikbal vadeden İBB Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı da “Minareler süngü/Kubbeler miğfer” diye şiir okuduğu için hapse atmışlardı. Hâlbuki bugün o şiir, TRT ekranlarından haykırılmakta. O kadar da değil. 28  Şubat Eylem Planı, neyi yasaklamışsa bugün onların hepsi hayat bulmuş vaziyette.
Kukla krallar ise saklanacak izbelik arıyorlar.
Bugün 28 Şubat’ın mağdurları duayla, zalimleri kötülükleriyle anılmaktadır.
Herkes layık olduğuna kavuşur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.