MASKELİ BALO!

A -
A +
Darbe yapıldığında cuntacılar, radyoda okudukları bildiride şunu bilhassa dile getirirlerdi: -NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız!.. Tok bir sesle söylenen bu söz, 27 Mayıs 1960 Darbesinin, 12 Mart 1971 Muhtırasının ve 12 Eylül 1980 Darbesinin müşterek sesiydi. 28 Şubat 1997’de böyle bir lakırdı edilmedi. Cuntacılar, “ezmanın tagayyuru ile ahkâmın tagayyuru inkâr olunamaz” kaidesini bilecek çapta adamlar değildi ama darbeye bir kılıf giydirmiş; ihanete “post modern” adını vermişlerdi. Yürüdüklerinde yerin titrediğini, herkesin kendilerini gördüğünde ödünün koptuğunu zanneden darbeciler, neden darbeyi daha ilan eder etmez NATO ve CENTO’ya bağlılık teminatı verirlerdi? Bu bir vesayete bağlılık taahhüdüydü: Küçük olanından başlayarak şöylece anlatabiliriz: CENTO/Merkezî Andlaşma Teşkilatı, 1955 senesinde İngiltere, Türkiye, İran, Irak ve Pakistan’ın iştirakiyle kurulmuştu. Bir askerî ve siyasi birlikti. İlk merkezi Bağdat, son Merkezi Ankara’dır. SSCB’nin Orta Doğu’ya girmesine mâni olmak için kurulduğu sebep gösterilse de esas maksat, İngiltere’nin bölgemiz ve Güney Asya İslam ülkeleri üzerindeki vesayetini devam ettirebilmesiydi. CENTO, 1979’da kendini feshetti. NATO/Kuzey Atlantik Andlaşması, 1949’da 12 devlet tarafından kuruldu. Başı ABD çekiyordu. Sovyetler Birliği’ne karşı kurulmuştu. Merkez olarak Brüksel seçildi. Bizim, NATO’ya kabulümüz 1952’dir. Türkiye, önce 1950’de Kore’ye gitmiş, şehid ve gazileriyle samimiyet ve fedakârlığını isbatlamış, Mehmetçiklerin yattığı Pusan Şehidliği’ni de delil olarak gösterdikten sonra birliğe ittifakla kabul edilmişti. NATO’ya bugün 29 devlet üyedir. SSCB de Kore tecrübesinin ardından bir kısım sosyalist devletlerle birlikte 1955’te NATO’ya karşı Varşova Paktı’nı kurdu. Kurulur kurulmaz 1956’da Macar İstiklal Hareketi’ni kanlı bir şekilde bastırdı, 1968’de de tanklarla Çekoslovakya’yı işgal etti. SSCB, 1989’da dağılınca NATO’nun varlık sebebi sorgulanır oldu. Bunun üzerine varlığına son verilmesi gündeme geldi. Bazıları “yeşil tehlike”ye dikkat çektiler. Kasıtları İslamiyetti. Tam o sıralarda literatüre “kökten dincilik” , “fundamentalizm” girdi. Kuruluşun devamına karar verilmişti. SSCB ve Varşova Paktı kalmamış olduğu hâlde durumdan vazife çıkarıp yön değiştiren NATO, 1992-95 arasındaki Bosna-Sırp Savaşı’nda sadece seyirci kaldı. Hayır! Sadece seyirci olmadı; Hollandalı komutan eliyle Boşnakları, Sırp hunharlarına teslim etti. Bu NATO, 1990/91’deki 1. Körfez ve 2003/2009’daki 2. Irak işgallerinde Amerikan Başkanı G. W. Bush’un ikrarıyla da sabittir ki “Koalisyon Güçleri” adı altında Haçlı Kuvvetleri vazifesi yaptı. Sonra 2011’de Mısır’da general Abdülfettah es Sisi’nin arkasında görünmez güç olarak yer alıp seçimle iktidara gelmiş CB Muhammed Mursi’yi devirterek hapse göndertti. Bunun aynısını 15 Temmuz 2016’da FETÖ/PDY ile İncirlik üzerinden Türkiye’de de yapmak istediyse de halkın sokağa inmesiyle hüsrana uğradılar. Bizde sol, yerli olmadığı için eylemleri de söylemleri de yerli olamadı. Hâlbuki onların o gün dillendirdiği, karşılarında olanların da muhalefet ettiği bazı sloganlar daha sonra hazmedilerek bugün iktidar oldu. Solun eksikliği halktan kopuk olması ve sol yumruk ve savruk sloganlara kalmasıydı: -Sol, NATO’ya hayır! diyordu; toplum, bugün neredeyse o noktaya geldi. -Sol, “kahrolsun Amerika” diyordu. Bugün Türkiye’deki Amerikan aleyhtarlığı yüzde yüze yaklaşmak üzere. -Sol, İncirlik kapatılsın! diyordu. Şimdi vatandaş olanları görünce “e; peki İncirlik niye var?” diyor. -En önemlisi; sol, “gerçekten demokratik, tam bağımsız Türkiye!” diyordu. Bugün bu söz, neredeyse Türkiye’nin bekasına dair yapılan her konuşmanın özünde yer almakta. Eğer; Türkiye solcuları, samimiyetlerine inandıracak yerlilikte olsa; onlar görüşlerini anlatabilse; bu taraf da dinleyebilseydi, belki ne darbeler olacak, ne idamlar yapılacak ve ne de gençler ölecekti. Halk, solu Amerikan düşmanı fakat Sovyet Rusya ve Çin’in emir eri görüyordu. NATO’nun Türkiye darbelerindeki yeri ve rolü anlaşılmadan bugünler anlaşılamaz. Bazı yorumcular, “NATO’nun sınırları” gibi muhayyel bir değerlendirme yapmaktalar. Onlara göre Türkiye’nin güney ve doğu hududu NATO hudududur. Bu itibarla biz, DEAŞ’la PKK/PYD’ye karşı meşru müdafaa yaparken NATO’nun da bir dış güç tarafından silahlı saldırıya uğramamızdan dolayı yanımızda savaşması gerekmektedir. Bu bir temenni sözüdür; gerçeği değiştirmez. Bir maskeli balodayız. Bizim yüzümüz açık; diğerlerinin maskeli. Karşımızdaki terör militanlarının elinde NATO seri numaralı silahlar bulunmakta. Ne NATO’dan, ne BM’den ve ne de AB’den bize bir hayır var... Onun için boşa nefes tüketip NATO yardıma çağrılmasın. Mohaç’ta da diğer zaferlerimizde de yanımızda NATO yoktu. Aksine NATO ruhu, yani haçlılar, Çanakkale’de ve I. Dünya Harbi’nin bütün cephelerinde karşımızdaydı. Bütün zaferlerimizin 3 sebebi vardır: -Mehmeciğin imanı. -Eldeki silah -Halkın duası. Çok ciddi endişemiz var; Allah korusun; kalbi burkulan halk, birkaç kişi bile olsa dua desteğini çekerse cephede de sandıkta da üzüntü yaşanabilir. Ağzımızdan yel alsın! Allah, muhafaza buyursun fakat “İslam güncellenir” ve devamındaki sözlerden tam rücu edilmeyip tevile devam edilirse dua kaybı yaşanır diye görüyoruz. Yersiz ve zamansız olarak bir fitne gibi gündeme düşen bu mesele ilahiyatçılarla Diyanet üst makamlarına havale edilmekte. Aralarında elbette çok kıymetli olanlar var; ancak; mevzubahis edilenler, halk nezdinde henüz olması icap eden itimadı kazanabilmiş değildir. Bu millet, kim olursa olsun dinini samimiyetle yaşayan insanı seviyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.