PROJESİ, YIKIM VE GÖZYAŞI!

A -
A +
 Muharrem İnce’nin seçim mitinglerindeki kasket giyme, ayakkabı boyama, traktör sürme… gibi çocukça denebilecek davranışları, yapana hiçbir getirisi olmayacak tebessüm uyandıran davranışlardır. Bugün artık ne CHP’nin darağacı zoruyla şapka giydirdiği zulmet günlerindeyiz ve ne de köylü  -şükür ki- öyle giyiniyor. Traktör de günümüz Türkiye’sinde köylümüz için -yine şükür ki- zühre yıldızındaki bir masal unsuru değil. Ayakkabı boyamasının üzerinde bile durmaya değmez, herkesin eğlenmeye  hakkı vardır.
Bunları geçmeli:
Asıl konuşulması gerekenler, yerli otomobil projesini iptal edeceğine dair iddiası, birtakım yerleri yıkacağını söylemesi, Kanal İstanbul projesini durduracağını haber vermesi ve Suriyelilere dair dedikleridir.
Temenni olarak söylemiyoruz. Ancak gözlemimiz o ki Sn. İnce, asla ve kat’a cumhurbaşkanı seçilemeyecektir. Böyle bir ihtimal olsa Sn. Kılıçdaroğlu kendisi aday olurdu. Ancak cumhurbaşkanı olmasa bile bir adayın yaptığını görmesi, söylediğini de duyması şarttır. Bu zaviyeden baktığımızda yerli otomobille alakalı dedikleri, kurşunu doğrudan kendi ayağına sıkmasıdır. Nitekim hatasını anlamış olmalı ki onu demedim de bunu dedim kabilinden tevil yoluna saptı. Onun için otomobille alakalı sözlerini bir kenara bırakıyoruz.  
Yıkma meselesine gelince; Sn: İnce Külliye’yi yıkacağını söyledi. Başka yıkacakları da olmalı. Külliye ile alâkalı zaman zaman farklı şeyler de dedi. Bu Külliye’nin gözde bu kadar büyütülmesi gariptir. Osmanlı, 1853’te en zor zamanında bile Dolmabahçe Sarayı’nı yapabildi. O’nun yanında Külliye bir şey değildir. Bu bir gerçek, diğer ve asıl söylenmesi gerekense şudur: Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın mülkü değildir. Sn. Erdoğan’ın bu mülkü miras olarak bırakma hakkı yoktur.
Bir cumhurbaşkanı adayının ağzına yıkma ve iptal kelimeleri değil, yapma ve imar etme teklif, taahhüt ve cümleleri yakışır. Cumhurbaşkanı seçilebilse Külliye’de  oturmayacak mıydı? Ancak; bu aday, yerli otomobilden vazgeçme  ve yıkma hışımlarıyla kalmıyor; oradan aldığı hızla Kanal İstanbul’a da hücum ediyor. O zaman adama “dur!” derler.  “Kanal İstanbul” denen, İstanbul Kanalı, bir kere çok geç kalmıştır. Yapılıp bitirilmesi bizim tam istiklalimize kavuşmamızın ilânı olacaktır. Bu kanal yapılınca, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde avantajlı olan biz olacağız. Sömürgeci Batı, cumhuriyetten sonra dar ve zor günlerimizden istifadeyle kendi keyfince bir Boğazlar İdaresi kurdu. İstanbul ve Çanakkale Boğazı âdeta  hâkimiyetimizde değildi. 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi, Boğazları yeniden hükümranlığımıza almamızın başlangıcıdır. Tam alamadık. Buralara tam ve kesin hâkimiyetimiz Kanal İstanbul’la olacaktır. Belli ki Muharrem İnce’nin tarih bilmezliği, hukuka  yabancılığı ve makam hırsı bu hataları yaptırmakta. CHP’liler hâlâ mı Vatan Caddesi’ne muhalefet ve Boğaz’a köprü yapılmasına karşı yürüyüş günlerindeler, hâlâ mı Necdet Calp fikrindeler?
Adı geçenin konuşmasındaki en insafsız cümle ise Suriyelilerle alâkalı:
“Bayramda Suriye’ye gidenleri geri almayacağım!” diyor.
Hem ayıp, hem vicdana ve tarihî hakikate aykırı bir kötü söz.
Bayramda insanlar sevindirilir, yolları kesilmez.
Bu ne gaddarlıktır böyle?
O insanlar, keyiflerinden mi Türkiye’ye iltica ettiler? Başlarına ateş yağıyordu, evlerini-barklarını bırakıp kaçmak zorunda kaldılar. Geldikleri Türkiye, onların da anavatanıdır. Onların dedeleri de Çanakkale’de, Sarıkamış’ta vs. şehiddir.
Bu millet, yıkım ve gözyaşı vaad eden bu zihniyeti iktidar yapmadığı gibi hiçbir zaman Cumhurbaşkanı yapmaz.
Bu zihniyetin ele gelir, hatırlanır hiçbir eseri yoktur.
Sadece gaf ve laf!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.