Yeni adli yılın düşündürdükleri

A -
A +

İki komşunun ağız münakaşasından cinayetlere, alacak-verecek iddialarından aile geçimsizliklerine kadar akla gelebilen her ihtilafın ardı arkası kesilmeden mahkemelere intikali yüzünden davalar insan kudretini aşacak sayılara ulaşmakta ve bu sebeple hâkimler, işin içinden çıkamaz hâle gelmektedirler.

Bazı anlaşmazlık mevzularının mahallinde veya dairesinde çözümlenmesi mümkünken mevcut mevzuat vatandaşa inanmadığı için her iş adliyeye taşınmaktadır. Bir kimse, alay konusu yapılan soyadını değiştirmek arzu ediyorsa onu avukat, mahkeme, nüfus idaresi, şahit dörtgeninde zahmetlere sokmak hangi akılla izah edilebilir? Allah, hiçbir ailenin başına vermesin; ne var ki gündelik hayatta da bunlar yaşanıyor: On beş günlük yeni evli bir çift, geçimsizliğe düşebiliyor. İki tarafın büyükleri konu-komşuları da araya girmelerine rağmen bu evliliğin çok erken ve istenmeyen şartlarda da olsa bittiği anlaşılıyor… Ama tarafların birbirlerinden 'kurtulmaları' yine duruşma yapılmasına ve adli prosedürün işlemesine; manen sıkıntı çekmiş insanların bir de maddi külfetle cezalanmalarına, adliye koridorlarında hafakana düşmelerine bağlı. Bu olmaz! Olmamalı! On beş gün önce serbest iradeleri ile evlenenler; yine serbest iradeleri ile boşanabilmeliler. Böyle bir dava, yeminli hukuk büroları ihdas edilerek taraf avukatlarınca görülebilir. İhtilaf ve nizalar tekrar sınıflandırılarak yeminli hukuk bürolarından başka, nüfus idareleri, belediyeler, trafik daireleri, orman idareleri, tapu daireleri, ticaret odalarında... kurulacak mahkemelerde halledilebilir. Bu gibi mahkemeler, bir hâkim ve o meslekten iki kişinin üyeliği ile üç kişilik jüri tarafından yönetilir; karar vermek için bilirkişiye gidilemez; kararlar temyiz edilemez. Katrilyonluk bütçesi olan bir ülkede bir ticaret mahkemesi, artık elli milyonluk alacak davasına bakma yükünden kurtulmalıdır. Aynı şekilde bu çapa varmış bir Türkiye'de bir ceza mahkemesi, "silah gösterme" davası ile uğraşmamalıdır. Kırk-elli sene devam eden arazi davaları oluyor. Zamanında süratle tecelli etmeyen adalet, adalet midir? Öyle davalar var ki hâkim, inanmaya inanmaya ve vicdanına aykırı olarak karar veriyor, zira elindeki polis tahkikatı, şahit beyanı, bilirkişi raporu, adli rapor böyle karar vermesini icap ettiriyor. Eğer dosyadaki bu delillere göre hüküm yazılmazsa temyiz, mahkeme kararını bozuyor. Şimdi lütfen dürüst olalım: Bu hükmü veren ceza hâkiminin noterden bir farkı kalıyor mu? Mahkeme hâkimleri, sicil gibi endişelerle çok kere Yargıtay kararına mecbur kalarak uyuyor. Yani dün "ak" dediğine bugün “kara" diyor; deme zorunda bırakılıyor. Şahit yemin, bilirkişi, adli tıp, infaz gibi müesseselerdeki bozukluklar yüzünden mahkeme kararlarından tatmin olmayan; vicdanı yanlış karara isyan eden vatandaş, bu defa maalesef "ihkakı hak" denen adaleti bizzat gerçekleştirme suçu işliyor. Birçok karar, ne davacıyı, ne davalıyı, ne de bizzat hâkimi memnun ediyor. Hatta rahatsızlığı en çok hâkim çekiyor. Yazışma ve tahkikatlar, bu iletişim çağında bile adliyelerin en esaslı problemlerinden biridir. Basit bir evrak yüzünden bir dava icabında üst üste talik edilebiliyor. Davaların uzamasındaki sebeplerden biri de her ihtilafın bir de Ankara'ya; Yargıtay'a gitmesidir. Oysa bölge istinaf mahkemeleri kurulabilir.
Türk hukuk ve adliye sistemi, bazı örümcekli kafalar yüzünden mutaasıp bir anlayışla kendini yenileyemiyor. Türkiye'nin tercüme yanlışlıkları ile birlikte Batı’dan aldığı kanunlar, kendi ülkelerinde çoktan mahzene kaldırıldığı hâlde biz, onların eskileri ile idare ediyoruz. Mevcut hukuk, bir tepki hukukudur ve her tepkide olduğu gibi aşırılıklar taşımaktadır. Bir de bünye ile uyuşmazlıklar yaşanıyor: Katolik kilise hukuku orijinli şu aile hukuku nice bin insana hayatı zehir etti. Daha yakın tarihe kadar anne-baba evladından tek kuruş miras alamıyordu.
Niçin kendimize has bir hukuk sistemimiz olmasın? Niçin bu ülke insanlarına bin yıldır hizmet eden İslam hukukuna ve örfi hukuka kapılarımız sıkı sıkıya kapalı olsun? Neden bunlardan da faydalanmayalım? Yürürlükteki hukukun yabancı din ve milliyetteki bazı milletlere göre yapılmış hükümleri ile bizim karakterimiz çatışıyor. Bunu artık görmemiz ve millî hukuk sistemimizi geliştirmemiz şarttır. Kimseye zerre kadar faydası olmayan bir Roma hukuku dersi, binlerce gencin istikbaline mal oldu. Türkçeden "mahkeme duvarı gibi asık suratlı’ ve "...işin yoksa şahit ol' gibi deyimleri çıkartmamız lazım. Devlet kurumlarının çökmüşlüğünden söz ediliyor. Galiba çökmüşlük en fazla hukuk ve onun tatbikat alanı adliyede. Bugünkü küresel dünya şartlarında hiçbir yobazlığa kapılmadan; öküz altında buzağı aramadan millî hukuk sistemimizi kurmalıyız. Yoksa toplum, emr-i vaki, de facto olarak hukukun tatbikat tarafı demek olan icrayı özelleştirir. “Çek-senet mafyası” denen insanlar, icrayı özelleştirerek içinde haksızlıklar da olsa onu süratlendirmiştir.
Bu ülkede doğanlar, kulağına ezan ve kamet okunarak hayata İslam hukuku ile 'merhaba' diyorlar. Aynı insanlar, musalla taşındaki son yolculuklarını İslam hukuku üzere yapıyorlar. Ya doğumla ölüm arası? İşte Türk vatandaşı, bu iki nokta arasını İsviçre, İtalya, Fransa kanunlarına göre yaşıyor. Buyurun size temel çelişme ve çatışma. Şu safhada hiç olmazsa millî bünyeye ters düşen maddeler ayıklanabilir.
Her ilmin bir mazisi vardır. Hukukun da öyle. Bir siyasi geçmişimiz olduğu gibi, hukuk mirasımız da var; zengin ve muhteşem. Bu memleketin hukukçuları, büyük bir fakih olduğu için âzam/büyük, ulu lakaplı Ebu Hanife hazretlerinin ve onun mantık ve metodolojisini tanıyabilmeli. Sultan Süleyman'a niçin “Kanuni" dendiğini bilmeli, Ebussuud'a sorulan meseleler üzerine kafa yormalı. Koçi Bey Risalesi'ni okuyabilmeli, Ahmed Cevdet Paşa'yı ve onun abidevi eseri Mecelle'yi didik didik edebilmelidir. Bu "yürürlükte olanları çöpe atalım” demek değil; “kendimizi artık kökümüzden de haberdar olarak tashih edelim; eksiklik ve yanlışlıklarımızı düzeltelim” demektir.
Temel, sağlam olursa, daha doğrusu temel olursa devlet devlet-i ebed müddet olur.
 
* Yeni adli yıldayız. Hukuk, yargı ve adalet değişmez gündem maddemizdir. Adaletin sağlam olması, toplumun huzurlu olması demektir. Onun için hukuk üzerine konuşmak gerekir. 9 Eylül 1997 tarihli bu yazımız, hukuk alanında neler yaptığımız veya yapmadığımız ve ne zaman neleri düşündüğümüze bir belge mahiyetindedir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.