KIBRIS HAREKÂTI YARIM KALDI!

A -
A +
Hem Kıbrıs Askerî Harekâtı’nın sene-i devriyesinde ve hem de nereye evrileceği meçhul ve Kıbrıs adasının da merkez oluşturduğu Doğu Akdeniz Enerji İhtilafı günlerindeyiz.
Öyle ise unuttuklarımızı hatırlamak ve bilmediklerimizi öğrenmek adına Kıbrıs üzerine eğilmemiz lâzım geliyor:
Kıbrıs, Akdeniz’in Sicilya ve Sardunya’dan sonra üçüncü büyük adasıdır. Akdeniz’in âdeta kilididir. Bundan dolayıdır ki adada dindaş ve soydaşlarımızın olma değeri bir yana orada hiç insan yaşamasa bile Türkiye bakımından yine son derecede stratejik önemdedir.
Adanın Akdeniz’in kilidi olması, İslam mücahidlerinin tebliğ faaliyetleri için de büyük kıymet arz etmiştir. Bu sebeple Müslüman Araplar da fetih için adaya çıkmışlardır. Sevgili Peygamberimizin süt teyzesi Ümmü Hiram’ın Larnaka’daki varlığı da bunun bir ispatıdır. Şanlı Peygamber’den sonra -aleyhisselam- Şam Valisi Muaviye bin Ebu Süfyan, Kıbrıs üzerine bir sefer düzenledi. Bu sefere gençleri teşvik için biz Türklerin “Hala Sultan” dediğimiz 86 yaşındaki Ümmü Hiram ve kocası Ubade bin Samid de iştirak etmişlerdi. Şehadet ruhuyla savaşırken orada şehid düştü.
Osmanlı Türklerinin Kıbrıs’ı fethetmesi ise II. Selim Han zamanındadır. O sırada ada Venediklilerin elindeydi. Yerli halka toprak köleliği ve mezhep baskıları gibi zulümler yaptıkları gibi İstanbul-Mısır-Suriye limanları arasında çalışan gemilere de korsan baskınları yapıyorlardı. Bundan dolayı Kıbrıs’a 1570 yılında Lala Mustafa Paşa komutasında bir sefer düzenlendi. Seferde 200 gemilik bir donanma, 50 bin piyade ve 6 bin yeniçeri ve süvari vardı. Adanın tamamı 9 Temmuz 1570 ile 1 Ağustos 1571 tarihleri arasındaki çarpışmalar neticesinde zapt edildi. Fetihten sonra Sevgili Peygamberimizin süt teyzesi büyük mücahidenin mezarına türbe yapıldı.
Kıbrıs, 1832’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa zamanında Mısır’a geçti ise de Abdülmecid Han 1840’ta adayı istirdat ederek Osmanlı hâkimiyetini tekrar tesis etti.
Kıbrıs’ın talihinin dönmesi, ana gövde ve onun kollarının dönme tarihiyle eş zamanlıdır. “93 Harbi” denilen 1877-78 Türk-Rus Harbi, Türk tarihinin en büyük felaketidir. Sultan Abdülaziz Hân’ı devirmiş olan Sadrazam Midhat Paşa riyasetindeki siyasi irade, Abdülhamid Hân’ın muhalefetine rağmen kendilerini ispat için memleketi felakete sürüklediler. Anayasa ilan edilip meşruti yönetim kurulduğundan kanunlar, Padişahın salahiyetlerini sınırlıyordu. Bu savaşın sonunda Balkan topraklarımız ya kaybedildi veya irtibat koptu. Ruslar, İstanbul’da Yeşilköy ve şarkta Erzurum’a kadar geldiler. Netice tam bir faciaydı. Berlin Konferansı toplandı. Abdülhamid Han, bu arada bölünmeye bizzat zemin hazırlayan Meclis’i feshetmiş, Kanun-ı Esâsiyi askıya almıştı. Konferans taraf devletlerini diplomatik manevralarla oyalamaya başladı. Ruslara karşı elimizi kuvvetlendirmek, İstanbul’u tehditten ve işgal edilmiş yerleri azami ölçüde kurtarmak maksadıyla İngilizleri yanımıza çekmek gerekiyordu. Bundan dolayı 1878’de Kıbrıs’ı İngiltere’ye kiraya verdik. Ne var ki I. Dünya Harbi’nde kaybeden tarafta bulunmamızı fırsat bilen bu devlet, Kraliçe’nin teminat yazısı yani namus sözüne rağmen 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı ilhak ettiğini ilan ederek gasbetti. Zayıf düşmüş Türkiye, bu gasbı 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Sulh Muahedesiyle kabul etmek zorunda kaldı.
1959’da Adnan Menderes zamanında Kıbrıs yine gündemimizdeydi. Zürih ve Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin müşahidliğinde Makarios ve Fazıl Küçük arasında müzakereler yapılıyordu. Bu müzakereler olurken biz, ilkokul çocuklarına kadar talebeler, meydanlarda “ya taksim, ya ölüm!” diye bağırıyorduk. Anlaşılan o ki “taksim” Ankara’nın diğer tarafı eşitliğe razı etmek için bir zorlamasıydı.
Nihayet 1959 senesinde müşahid devletlerin garantörlüğünde iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti devleti kuruldu. Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacaktı. Buna göre papaz Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük de yardımcısı olmuşlardı. Bir anayasa vardı. Devlet ve hükûmet buna göre şekilleniyordu. Ancak öbür tarafta da Rum ırkçıları vardı. EOKA adıyla toplanmışlardı. Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama hülyasındaydılar. Bunlar, 1963 Noel’inden itibaren Türklere karşı hunharca işlenmiş katliam ve yıldırıp kaçırtma eylemleri başlattılar. Ankara, çıkarmaya niyetlendiyse de ABD Başkanı Lindon Johnson’ın 5 Haziran 1963 tarihinde Başbakan İsmet İnönü’ye yazdığı gözdağı mektubu üzerine vazgeçildi.
Rum, şiddet eylemleri 1967’den itibaren tırmanışa geçti. Katliamlar, devam ederken 1973’te CHP ile MSP arsında bir koalisyon hükûmeti kuruldu. 15 Temmuz 1974’te ise EOKA lideri Nikos Sampson, bir darbe yaparak Makarios’un yerine geçti.
Kıbrıs, “Megali İdea” gereği Yunanistan’a yamanıyordu. Harekâttan başka yol kalmamıştı. Başbakan Ecevit, İngiltere’yi birlikte harekâta razı etmek için Londra’ya gitti. Mevkidaşı Harold Wilson ile görüşecekti. Ne var ki Bülent Ecevit, harekât için çok istekli değildi. Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar ve TSK müdahale fikrindeydiler. Başbakan Yardımcısı Erbakan ve Org. Sancar, Ecevit’i Esenboğa’da uğurladıktan sonra mutabakata varmışlardı. Bu iki ismin anlaşması ve tabiî ki Başbakan’ı bilgilendirmekle 20 Temmuz 06.05’te Kıbrıs adasına “indirme-bindirme ve çıkarma harekâtı" başladı. Harekâtı, Başbakan duyurdu. Bu harekât, iki gün sürdü.
25 Temmuz’da I. Cenevre Konferansı başladı. Aynı taraflar masadaydı. Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Kıbrıs Türklerini Rauf Denktaş temsil ediyordu. Altı gün süren müzakerelerden bir netice alınamadı. 8 Ağustos 1974’te İkinci Cenevre Konferansı yapıldı. Ne var ki bir sonuç çıkmayacağı anlaşılmıştı. Aynı gün, bugünkü sınırların çizildiği ikinci harekât başladı.
İlkin 13 Temmuz 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti, 15 Temmuz 1983’te ise KKTC kuruldu.
Tarihi değiştirmek, ilave ve çıkarma yapmak mümkün ve ahlâkî değildir. İngiliz millî arşivleri de harekât talimatını Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın verdiğini teyid etmektedir. Başbakan Ecevit’ten duyulan “Kıbrıs Barış Harekâtı” sözü bir müdahaleyi haber veriyor fakat bir çekingenliği de belli ediyordu. Harekâtın sınırlı tutulması yanlış olmuştur. Adanın tamamı alınıp âdil miktarı Rumlara bırakılabilirdi. Devrin Başbakanı bu cesareti gösterememişti. Türkleri, zorla sıkıştırıldıkları yüzde 3’ten adanın üçte birine kavuşturmak kâfi görülmüştü. Hâlbuki Lala Mustafa Paşa fethettikten sonra bu adanın tamamı vakıf hâline getirilmiştir. Kıbrıs’ın tamamının vakıf olduğu, vâkıfların da kim olduğu Türkiye Vakıflar İdaresi kayıtlarında yazılıdır. Devlet bile olsa hukuk gereği kimse vakıf malına el koyamaz. Bu sebeple Rum idaresi işgalcidir.
Keza KKTC/Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ismi de bir çekingenliği göstermektedir. “Barış” diyerek hareket etmek 15 yıllık Amerikan ambargosunu engellemedi. “Kuzey Kıbrıs” diyerek mahalli teminat verilmesi de sonraki baskıları önlemedi.
Kıbrıs Askerî Harekâtı, yarım kalmıştır.
O yarım kalmışlık, bugün başımızı ağrıtmaktadır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.