“SULTAN HAMÎD SİYÂSETİ”

A -
A +
Devlet idare etmenin, Resneli Niyazi adlı âsi subayın yaptığı gibi dağda geyikle gezmeye benzemediğini bir nebzecik anlar gibi olan İttihadçılar, bir gün nezaret altında tuttukları Sultan Abdülhamîd Hân’ın huzuruna çıkarak yüklendikleri işin hakkını verdikleri cümlesinden olsa gerek şunu arz ederler:
-Hünkârım, Balkan devletlerinin aralarında yaşadıkları ihtilafları bitirdik. Şimdi birbirleriyle didişmiyorlar!
Yaptıklarını müjde gibi arz edip aferin beklercesine duran İttihadçı hükûmet temsilcilerinin haberlerini hayretle dinleyen mahlû/devrik Sultan, huzurdaki ahmaklara ve onların şahsında bütün İttihadçı akl-ı evvellere bir cümlelik ders verir:
-Siz ne yaptınız? Ben, onları, birbirine düşürerek Devlet-i âliyyeyi tehlikelerden âzâde tutuyordum!!!
Nitekim, kısa süre sonra Balkan devletleri, ittifaklara giderek eski efendileri Osmanlı devletine saldırmaya başlamış, en nihâyetinde Ruslardan sonra Bulgarların İstanbul üzerine yürümeleri Çatalca’da zor-güç durdurulmuştur.
Eskiden siyâsî edebiyatta “Sultan Hamîd Siyâseti” diye bir tâbir vardı. Halife- i Müslimin, Yıldız Sarayı’nda oturduğu yerden dünya siyâsetini, devletlerin birbirleriyle münasebetlerini çok yakından takip eder, yaşanılan yetişmiş insan/kaht-ı ricâl sıkıntısına ve ekmeğiyle büyümüş her askerî ve başıbozuk/sivil münevverin şahsına gösterdiği düşmanlığa rağmen akıl almaz siyasetler üretirdi. Bunun yanı sıra, askerî ve sivil teknolojiyi ve diğer keşifleri çok yakından takip eder ve yeni buluşları derhal memleketimize getirirdi.
Siyasetteki zekâsı ve aldığı şaşırtıcı tedbirler ve yaptığı manevralar sebebiyledir ki birçok devlet adamı ve asker, bu hükümdarın müstesna bir dehâ sahibi olduğu fikrinde birleşmişlerdir. Ne var ki tahttan ayrıldıktan sonra yirminci asrın sonuna kadar bu Padişahın hakkında söylenmiş ve bir millete şeref verir kıymetteki o kadar söz ile yaptıkları ve eserleri unutturulmuş, fakat aleyhinde uydurulmuş, Kızıl Sultan ve Müstebit/Diktatör gibi iftiralar öne çıkartılmıştır. Ama; güneş balçıkla sıvanamıyor. Aradan bir asır da geçse nicedir, ismini zikrettiğimiz bu Hakan Halife’den özür dileniyor, hakkı teslim ediliyor…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisine “diktatör” denmesine ne kırılsın ne üzülsün. Aksine bu şekilde bile olsa Abdülhamid Hân’a benzetildiği için memnun olmalı. “Demek ki hizmet ediyorum” diye düşünmeli.
Sn. Erdoğan, bugün, 22 Ekim 2019 günü Rusya’ya gidip, orada Sn. Putin’le görüşecektir. 13 Kasım 2019’da da ABD’ye gidip Sn. Trump'la görüşecek. Aralık ayında ise Londra’da NATO toplantısı münasebetiyle bu teşkilata üye devlet ve hükûmet insanlarıyla konuşacak.
Biz, Sn. Cumhurbaşkanı’na şöyle bir tavsiyede bulunmak isteriz. Müşavirlerinden mevzua hâkim birkaç kişiye “Bugün Abdülhamîd işbaşında olsaydı şu şartlara nazaran ABD, Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere, İran vs. ile nasıl bir siyaset güder, Suriye ile münasebetleri nasıl kurar ve devam ettirir, Akdeniz’de ne yapardı?” diye “imâl-ı fikr” ettirmeli, fikir üretmelerini, senaryo yazmalarını istemelidir.
Tarihî filmler çevrilirken oyuncu, faraza kralın paltosunu giyecekse dikilecek yeni paltonun devrin modasını ifade etmesi yetmez ağırlığının bile bire bir aynı olması gerekir ki aktör, her şeyi, devrin hükümdarına yakın hissetsin ve düşünsün.
Cömertçe ve samimiyetle telaffuz edilen “kardeşim”, “azîz dostum” gibi hitaplar, şartlar değişince Tayyip Bey’in başına dert olmaktadır. Mevkidaş devlet ricaline elbette takdirkâr ifadeler kullanılır. Nitekim “majesteleri”, “ekselansları”, “zât-ı devletlileri” gibi hitaplar meşhurdur.
Böyle bir imâl-ı fikre, senaryoya ihtiyaç var diye düşünüyoruz:
-Önümüzdeki şu meselelere yani Suriye’ye, Fırat’ın doğusuna ve batısına, Irak, Kandil, Doğu Akdeniz ve bunların etrafına üşüşmüş “düvel-i muazzama”ya/büyük devletlere bir siyaset dâhisi nasıl bakardı, ne yapardı, nasıl düşünürdü, satrancı nasıl oynardı?
ABD ve Rusya’dan başlayarak şu düvel-i muazzama mensuplarından her birinin bölgeye, devletlere, örgütlere dair hesabı farklıdır. O farklar, ustalıklarımız neticesi bize menfaat olarak dönmelidir. Bu yüzden “Sultan Hamîd Siyâseti”nin yeniden keşfi gerekmektedir.
Osmanlı Devleti’nin kısa zamanda Cihan Devleti çapına yükselmesindeki sır, baştaki ilk 10 Padişahın dâhi olmasındandır. Tanzimat’la özünü kaybeden, Türk-Rus Harbi’yle öldürücü yara alan Osmanlı devleti 1877/78’de topyekûn tasfiye olmadıysa bunu Abdülhamîd Hân’ın dehâsına borçluyuz. Bu hükümdar, akılları durduran ince diplomasisiyle devletin 50 yıl daha ayakta kalmasını temin etmişti.
Şayet; kader öyle yazsa ve son 10 Padişahın tamamı dehâ çapında olsaydı belki bugün biz de Birleşik Krallık ve Japonya gibi imparatorluktuk. O gün içerideki safdilleri kullanarak Yüce Devletimize kıyanlar, bugün de çevremizdeki beslemeleri vasıtasıyla onun bakiyesi Türkiye Cumhuriyetini parçalama peşindeler…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.