BADEM GÖZLÜ SÖZLEŞME

A -
A +
Türkiye, "İstanbul Sözleşmesi"nden tek taraflı fesihle ayrıldı. Aradan 10 sene geçtikten sonra bugün anlaşılıyor olmalı ki bu mukaveleyi kabul hataydı, olanca itirazlara rağmen taraf kalmaya devam etmek hataydı.
"İstanbul Sözleşmesi" diye şöhret bulan akdin adı "Avrupa Konseyi Sözleşmesi"dir. 5 bölüm ve 80 madde hâlinde hazırlanmış anlaşma, Türkiye tarafından 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalandı. Konsey, bu mevzua dair toplantısını İstanbul’da yapmıştı. Ankara, ilk imzacı devlet başkenti olmakla kalmadı aynı zamanda meclisi de ilk tasdik eden devlet oldu.
Mevzu ne idi; AK, İstanbul’da hangi gaye ile toplanmıştı?
Söz konusu sözleşmenin metinde beyan edilen niyeti açıktır:
-Kadına karşı, çocuğa karşı şiddeti önlemek, aile içi şiddeti engellemek, tacizlere, tecavüzlere, istismarlara fırsat vermemek…
Bu maksat, gaye ve niyeti reddetmek mümkün değildir. Ne var ki niyet, hedef, söylenen parlak nutuklar, ülkemizde hayat bulmadı. Adı geçen şiddet çeşitleri azalmadı. Bilakis arttı. Türkiye’de bu suçlarda yalnızca 2011 yılında bir düşüş oldu sonrasındaysa her sene artış oldu. 10 yılda 3 bine yakın kadın öldürüldü. Bunun müsebbibi AK Sözleşmesi değildir. Ancak sözleşmeyi kendi açısından indî şekilde yorumlamanın bu neticede tesiri olmamıştır denemez.
Diğer taraftan sözleşme "Türk Aile Hayatı"na da kötü etkiler yaptı. Çok suiistimaller oldu. Kadın korunurken bu defa diğer eş zarara uğratıldı, denge kurulamadı. Adaletsiz şekilde mahkûmiyet giyen eşler oldu. Toplumda yükselen itirazlar, o hâle geldi ki artık bir karar verilmesi gerekiyordu. Bunun üzerine Türkiye, bir Cumhurbaşkanı Kararıyla adı geçen sözleşmeyi feshederek taraf olmaktan çekildi. 3718 sayılı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasını taşıyan CB Kararı 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlandı. Sözleşme, 80. Madde’de taraf devletlere fesih hakkı vermektedir. Alınan karar neticesinde 1 Temmuz 2021 itibarıyla AK Sözleşmesi, Türkiye’de yürürlükten kalkmıştır.
Hakkında konuştuğumuz metnin bu akıbete uğramasında sadece yanlış anlama, bilerek kötüye kullanma neticesi ailenin temelini sarsma gibi keyfiyetler yoktur. Metne sindirilmiş bir biçimde "düşünce kalıpları, kültür, töre, gelenek ve namus telakkisi"nin şiddete gerekçe gösterilmeyeceği fikri de arka planda başka şeylerin olduğunu çağrıştırmaktadır. Bu cümlenin hukuki tabirle mefhum-ı muhalifi yani zıt anlamı bu inanç, üslup telakki ve dininin şiddeti telkin ettiği, özendirdiği, hoş gördüğüdür! Bu iftira, sözleşmenin Türkiye zaviyesinden geç kalınmış da olsa bitirilmesi için kâfi sebeptir.
Samimi ve dürüst niyet, kadının hayatını ve her hayatı ve her canlının hayatını korumak, kadın ve çocuğu taciz ve tecavüzden muhafaza etmek, şiddetin ev, iş yeri, mahalle, sokak her nere olursa olsun vuku bulmasına fırsat vermemek ise bunları yapmak için irademizi üçüncü bir tarafa teslim etmeye hiç gerek yoktur. Kadın, ana, eş, çocuk ve her canlı bizim medeniyetimizde azizdir. Onlara değer vermek, incitmemek, saygı duymak sözleşmenin satır aralarında şiddete sebep gösterdiği ulvi dinimizin de sağlam örfümüzün de emridir.
Şimdi 1 Temmuz’dan bu yana bazıları kelimenin tam manasıyla yastalar. Bu vatandaşlar art niyetlerinden değil, etraflıca düşünememe sağduyu ile hareket edememe yüzünden kendilerini yıpratmaktalar. Hatırlanmalı ki 10 yıl önce böyle bir metin yoktu. Bu anlaşma yokken de ne cinayet, ne dayak, ne tecavüz, ne taciz, ne de istismar mubah ve meşru değildi. Sözleşme feshedildikten, Türkiye, bir bakıma bir vesayetten çıktıktan sonra da mubah ve meşru olmayacaktır. İlgili mevzuatımızı çok sağlam şekilde yenileyerek ve bir mevzuat tanzimi yaparak daha kendimize has ve her vatandaşı kucaklayacak şekilde bir kanunlar manzumesi hazırlayabiliriz.
Kaldı ki Polonya bu sözleşmeden çıkmak için bizden önce 2020 yılında kendi sürecini başlatmış bulunmaktadır. Üzerinde durulacak başka birkaç taraf daha var. AK-Avrupa Konseyi, 47 devlettir. Bu devletlerden Azerbaycan ve Rusya, baştan itibaren akdi ne imzalamış ve ne de tasdik etmiştir. İngiltere dâhil 11 devlet ise imzalamış fakat tasdik ederek yürürlüğe koymamıştır. İmzacı devlet sayısı 34’tür. Şöyle düşünmek mümkündür: Gözlemciler hariç, BM-Birleşmiş Milletlere üye devlet sayısı 193’tür. Şayet "Avrupa Konseyi Sözleşmesi" eşi-menendi görülmemiş, tarihte yapılmamış ve bundan sonra da daha iyisi yapılmayacak bir yazılı eser olsaydı imzacı 34 devlet dışındaki BM âzâsı 159 devletten en azından beşi-onu zikredilen mukavelenin bir BM metni hâline getirilerek bütün dünyaya mal edilmesini teklif etmezler miydi?..
Hayır! Hiç böyle bir teşebbüs olmadı. Öyle ise ABD, Japonya; Hindistan, Kanada, Brezilya vs. vs… bahsedilen ahlaksızlıkları, suçları hoş mu görmekteler, kabul mu etmekteler, vatandaşlarını eşya gibi mi düşünmekteler? Elbette değil. Bütün bunlardan dolayı ve iç barışımız adına, aile hayatımızı zedelememek için biz, kendimiz gibi olmalıyız. Biz, bir çadır devleti değiliz. Biz, uzun ömürlü imparatorluklar kurmuş bir milletiz. Medeniyetimizde kadın ailenin, aile devletin temelidir. Çocuk, istikbalimiz ve bekamızdır. Ahlâk ve adalet olmazsa olmaz şartımızdır.
Kadını, çocuğu, aileyi… Her nev’î kötülükten korumak devletin en öncelikli vazifesidir. Bu idrak ve şuurdan hareketle millî harsımız ve kendimizle barışık ve imrenilecek hayatlar kurabilmeliyiz. Bu vakaların onlarca sebebi var. Hiçbir kalkınma hizmeti, bir kadın veya çocuğun hayat ve iffetinden, bir ailenin çökmesinden daha kıymetli değildir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.