Beni unutma...

A -
A +
Öğrencilik yıllarında, pembe tonları fazla, sayfa kenar süsleri çiçekli, "arkadaş hâtıra defteri"ne iki satır çiziktirmemiş kimse var mıdır?
"Öyle bir şey yazayım ki, bu defterdeki en çarpıcı, en güzel, en unutulmaz satırlar benimki olsun" diye dakikalarca kalemin ucunu ısırdığınız hani?
Oysa dön, dolaş, çıkacağınız sokak aynıdır:
"Canım arkadaşım, kalbin kadar temiz bu defterde bana da bu beyaz sayfayı ayırdığın için çok teşekkür ederim."
Sonra, "Eğer sen gözlerimde bir damla yaş olsaydın, seni kaybetmemek için ağlamazdım" gibi yapmacık bir "aparma" cümle ile sıradanlığın dışına çıkmaya çalışır ve, "Umarım bir gün gelir de bu sayfayı okursan seni çok seven beni hatırlarsın" şeklinde noktayı koyarsın.
***
Başarılı mühendis Hüsnü Bereket, bir pazar günü evdeki kütüphaneyi yeniden düzenlerken, birden eline otuz iki yıl öncesinin hâtıra defteri geçti.
Bu solgun defterin sayfalarını en son ne zaman açtığını bile hatırlamıyordu.
Yere, halının üzerine çöktü; merak, heyecan ve hüzünle sayfaları çevirmeye başladı.
***
Defterin son sayfasını da okuyup kapattığında, elinde olmadan yaşlı gözlerle, kapısı açık mutfağa baktı, eşi kendisini izliyor mu diye... Sonra en etkilendiği yazıyı bir kez daha okudu:
"Beni unutma...
Aslında dünyanın en acıklı cümlesidir; 'Beni unutma.'
Ölmek her şeyi bitirir, ama 'Beni unutma' diye vedalaşmak... 
Yaşadığını bile bile, aynı yer kürenin üstünde olduğunu hatırlaya hatırlaya bir daha görüşememek...
Ölenin ardından yaşanan yoğun acının da bir sonu vardır. Ama gidenin ardından duyulan acı, hayat sürdükçe devam eder.
Filmlerde neden hep ayrılık vardır? 
Mutlu insanın öyküsü olmadığı için mi?
Ya fotoğraflar... 
Ah o unutulmuşluğun hüznünü taşıyan solgun suratlar... Dalgın bakışlar...
Fotoğrafçının sandalyesine oturduğunda, verdiğin o pozun, o duru ve kuru bakışın, bir gün bir gazetede ölüm resmi olarak kullanılacağını hiç düşünür müsün?
Fotoğraftaki yüzler neden hep mutsuz?
Neden kat kat melankoli tütüyor açtığın her albüm sayfasından?
Gidenlere mi üzülmeli, kalanlara mı?
Yol aynı yol... Hepimiz geçip gidiyoruz işte... Kimi düşe kalka, kimi refah içinde...
Ama son, aynı son...
Sana 'Beni unutma' diyeceğim demesine de... 'zaman' diye korkunç bir rakibim var biliyorum, nasıl başaracaksın bunu?
Hayat böyle... Yaşanılır ve unutulur.
Her geçen gün, her tükenen saat, hatıraların üstüne kürek kürek unutkanlık atar. 
Ve korkarım, 'Baki kalan bu kubbede hoş bir sâdâ' bile değil..."
***
Yazının sahibini hatırladı mühendis. Sınıf arkadaşıydılar. Edebiyatı çok iyiydi Orhan'ın. "Gazeteci olduğunu duymuştum, isabet olmuş" diye düşündü.
Birden heyecanla ayağa kalktı, telefonun başına oturdu. Bir iki telefon trafiği ile yıllardır görmediği arkadaşının numarasını buldu; üstelik spor müdürü olduğu için pazar günü çalışıyordu.
***
Sabah sabah iki telefon sinirini bozmuştu spor müdürünün... Bir okur, futbolda bazı kural değişiklikleri konusunda fikirleri olduğunu anlatıyor, "Benden yararlanın" diyordu. Diğeri şirket içinden, "Taraflı yayın yapıyorsunuz, gazeteye okur kaybettiriyorsunuz" diyen bir bölüm şefiydi...
Üçüncü telefonda sekreteri vardı:
- Mühendis Hüsnü Bereket Bey arıyor, dedi, okul arkadaşınızmış.
- Yahu bırak şimdi arkadaşı falan... Başlayacağım şimdi arkadaşa! Ne bu ya, sabah sabah?! İnsanlar beni boğmak için anlaşma mı yapmış? Oturalı beş dakika olmadı, telefon telefon... Yok de, not al, salla gitsin, dedi.
Oysa sekreter, "Mühendis Hüsnü Bereket Bey arıyor" dediğinde bağlamıştı.
Sessizce telefonu kapattı Hüsnü.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.