Bu özel bir konu lütfen saygı göster

A -
A +

Etrafında onlarca kamera ve fotoğraf makinesi olması gereken ama küçük bir mezar kenarında tek başına oturan ünlü oyuncuya yöneldim. Dua ediyordu galiba... Arka arkaya resimlerini çekmeye başladım. 

Kurt bir foto muhabiriydi.
Geçenlerde, Olimpiyat Komitesinin “Centilmenler” ödül töreninde karşılaştığımızda, “Bir hâtıramı anlatayım, siz artık ondan bir öykü çıkarırsınız” dedi. 
Anlattı.
Beklediğimden daha iyi bir hatıraydı.

***

Kurban Bayramı için Kaynarca’nın bir köyüne, kayınpederlere gidiyorduk. Özel arabamda, eşim önde, dokuz yaşındaki kızım arkada, bir ay önceki depremin sonrası yer yer yıkık ve boynunu bükmüş binaları geçerek Sakarya’yı kuzeyden terk ettik. 
Birkaç kilometre şehrin dışındaki Emirdağ Mezarlığı’nı geçiyorduk. 
Depremde, olağan akışının dışında bir anda “zenginleşmiş” olan mezarlık, yol boyu iyice genişlemişti; iki başında iki tahta parçasıyla ince uzun öbekler hâlinde soğuk toprak yığınları, sol tarafta uzayıp gidiyordu.
Sağda ise, o toprağın altına girmekten her nasılsa kurtulmuş, ölümle hayat arasında bir yerlerde duran beyaz, felaket çadırı sakinleri...
Âdeta, “Siz tamamen gittiniz, biz de yanı başınızdayız” diyen çadır kent...
Ölenlere ve ölümün kıyısından dönenlere saygı olsun diye yavaş yavaş gidiyordum.
Hiçbirimiz konuşmuyorduk.
Solda, mezarlık kenarında toplanmış bir kalabalık görünce tamamen durdum.
Akşamın belli belirsiz karanlığında, yirmi otuz kişilik grubun, bir mezar başında çömelmiş bir insanı uzaktan izlediğini gördüm.
Arabadan indim ve arka koltuktaki çantadan fotoğraf makinemi alıp, kalabalığa doğru gittim.
- Ne oluyor, diye ortaya sordum.
Orta yaşlı, asık suratlı bir adam sigarasını çekti dudağından:
- (A.........Y………) burada, dedi.
Gözlerim ünlü dizi oyuncusunu seçince, müthiş heyecanlandım.
- Depremde ölen küçük bir çocuğu ziyarete gelmiş, dedi bir başkası... 
Allah’ım! Özel ve büyük bir “işin” üstüne dört elle düşmüştüm!
Rüya gibiydi. 
Âdeta kutsal bir töreni, saygıyla ve sessizce biraz uzaktan izleyen küçük topluluktan ayrılıp, etrafında onlarca kamera ve fotoğraf makinesi olması gereken ama küçük bir mezar kenarında tek başına oturan ünlü oyuncuya yöneldim.
Dua ediyordu galiba... Arka arkaya resimlerini çekmeye başladım. 
Sanki benim için özel hazırlanmış bir sahneydi. Sağdan, soldan, önden, arkadan çekip duruyordum. 
Hafif bir şaşkınlıkla beni fark eden sanatçı, biraz daha dua ettikten sonra ayağa kalktı ve bana yöneldi.
Sol kolumdan tutunca korktum.
Hakaret mi edecekti, korumalarına filan mı havale edecekti, tebrik mi edecekti?
Hafifçe sürükler gibi çekiyor, bir taraftan da kıpırdayan dudaklarıyla duasını bitiriyordu.
Kalabalıktan insanlar da bize doğru yürümeye başlamıştı. 
Kulağıma eğildi:
- Filmi ver!
- Niye ki? Ne var bunda?
- Lütfen filmi ver. Bak, ben buraya sadece dua etmeye geldim, haber istemiyorum!
- Yapma A...ciğim.
- Hayır, lütfen! Bu özel bir durum... Çocuğu gazetelerde okumuştum o zaman. Sonra amcasından bir mesaj aldım. En çok beni seviyormuş. Çok etkilendim. İbadetime saygı göster, hadi!
İnsanlar etrafımızı sarmıştı bile. Büyük bir ziyafetten aç olarak kalkmak istemiyordum. 
Bildik gazetecilik numarasıdır; arkamı döndüm, hafif karanlıktan da medet umarak yeleğimin cebinden boş bir film çıkarıp uzattım. 
Genç oyuncu, kalabalığın giderek artan hengâmesinden mi, yaşadığı yoğun duygusal ortamdan mı, her nedense bu üçkâğıdı fark etmedi.
- Sağ ol, dediğinde sevinçten ayaklarım yerden kesildi.
Koşar adım arabaya yöneldim, fotoğraf makinesini eşime uzatarak, kontağı açıp hareket ettim.
Ödüm kopuyordu, “Hooop bi’ dakka! Makinedeki filmi ver!” sesini duyacağım diye...
- Kimmiş, diyen eşime,
- Ne oldu baba, diye soran kızıma kalabalığın sebebini söyledim.
- Aaaa, (A...........) Abi miydi? Niye yanında benim resmimi çekmedin, dedi kızım.
O an, onlara da bir sürpriz yapayım dedim:
- (A.............)in resmini çektim fakat yayınlanmasını istemedi ve filmi aldı.
Eşim:
- Aferin ona, demek ki samimiymiş.
Kızım:
- Desene resim çekilseydik de göremeyecektim, dedi.

***

Ertesi sabah, kayınpeder ve bir iki komşusuyla bahçede kurban kesiyorduk.
Az sonra kızım koşarak geldi:
- Babaaa! Annem sizin resminizi çekmek için makineye film koyarken gördü; bak, (A...........) Abi’ye yanlış film vermişsin! Çektiğin film burada.
Ve elinde açılmış bir film makarası! Karanlık odada açılması gereken film rulosu şimdi güneşi gördüğü için mezarlıkta çektiğim sanatçı resimlerinin tamamı yanmış oluyordu!
’Bir umut’ diyerek Kaynarca’da fotoğrafçıya koşturdum; kapalı.
Ertesi gün İstanbul’da filmi yıkattım; doğal olarak tek bir kare bile çıkmadı, hepsi yanmıştı!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.