Turuncu yelek

A -
A +
Annesi uyandırdığında güzel bir rüyanın tam ortasındaydı Ayşe. Rüyasını hatırlamaya çalışarak gözlerini ovuştururken, annesi aceleyle üzerini giydirdi. “Anne, nereye gidiyoruz?” diye sordu uykulu bir sesle altı yaşındaki kız. “Başka bir ülkeye” dedi annesi. “Başka bir ülke nasıl bir yer?”“Güzel bir yer.”“O ülkede çocuklar var mı?”“Var. Çok hem de.” İçi rahatladı çocuğun. “Bir sürü yeni arkadaşım olur” diye düşündü gülümseyerek. Dışarı çıktıklarında havanın niçin karanlık olduğunu anlayamadı Ayşe. “Niye sabah gitmiyoruz?” diye sordu annesine eski bir otobüse binerlerken. “Bu ülkeye karanlıkta gidiliyor çünkü” dedi annesi. Otobüsten indiklerinde “Geldik mi?” diye sordu gözlerini kocaman açarak. “Yok” dedi annesi eliyle ileriyi işaret ederek. “Şu denizi geçince geleceğiz ama.” Çocuk gözlerini kısarak ileriye doğru baktı ve rengi gökyüzüne karışmış simsiyah denizi gördü. Bu arada babası valizden çıkardığı turuncu bir yelek giydirdi kızına. “Bunu sakın çıkarma kızım!” Ayşe, gecenin bir vakti, kollarını acıtan o turuncu yeleği niye giydiğini anlayamadı. Lastik bota binerlerken niçin herkesin birbirine bağırdığını… Annesiyle babasının yolda niye hiç gülmediklerini… Ve bottan indiklerinde sahildeki adamların ellerindeki sopalarla babasına niçin vurduklarını da hiç anlayamadı. Ağlamak istedi ama korkudan ağlayamadı. “Anne, ben bu ülkeyi hiç sevmedim” dedi titreyen bir sesle. “Geri dönelim, lütfen!” Ama küçük kızın sesi, farklı dillerde feryat eden yüzlerce yetişkin cümleyi aşıp annesinin kulağına gidemedi. Kalabalıkla birlikte bir o tarafa, bir bu tarafa savrulduktan sonra ağaçlık bir alanda durdular. On metre ileride ellerinde sopalarla kendilerine bakan, kızgın suratlı adamlar vardı. Biraz oturduktan sonra uykusu geldi Ayşe’nin. Babasının dizine başını koyup uyumaya çalıştı. Ama gürültüden, soğuktan ve korkudan uyuyamadı. Bir ara yeleğini çıkarmak istedi ama sonra babasının tembihini hatırlayıp vazgeçti.  Sonra yerinde biraz doğrulup annesine, “Bana masal anlatır mısın?” diye sordu. Önce bir sessizlik oldu. Sonra annesi “Bir varmış, bir yokmuş” diye başladı masala. “Çok uzak bir ülkede, güzeller güzeli bir çocuk varmış. Ama o ülkede bir de çirkin mi çirkin bir dev yaşarmış…” Masal akarken ve Ayşe gözlerini sımsıkı kapatıp uyumaya çalışırken, güzeller güzeli çocuk ormanda kayboldu. Sonra uzakta büyük bir şato gördü. Şatonun kapısında onu yaşlı bir kadın karşıladı. “Aç mısın?” diye sorup içeri davet etti ve çocuğa yemek verdi. Ve bebekliğinden beri yüzlerce kere dinlediği o masal, ilk defa çirkin devin çocuğu yemek için saldırdığı sahneye kadar geldi. Masalın bu son bölümünü ilk kez dinleyen minik kız, korkudan ve soğuktan iyice büzüşüp babasının dizinde uyuyakaldı. Masalların baş tarafı, sıcak yatağında hemen uykuya dalan çocuklar için yazılıyordu. Sonu ise buz gibi bir gecede, toprağın üzerinde can yeleğiyle uyumaya çalışan çocuklar içindi. Annesinin dudaklarından kurtulan masal, en korkunç hâliyle son satırlara hazırlanırken… Ve güzeller güzeli Ayşe, rüyasında doymak bilmeyen korkunç devden kaçarken… İki yüz yıl önce aydınlandığını iddia eden zifirî karanlık ülkelerin sınırlarına, yüzyıllar boyunca unutulmayacak kadar yoğun bir utanç, acı ve hüzün birikiyordu.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.