Sosyal medya ve temsil krizi

A -
A +
  Geçen hafta uzaktan eğitim ile yüz yüze eğitimi karşılaştıran bir yazı yazdım bu köşede. Yazının ana fikri, uzaktan eğitimin yüz yüze verilen eğitimin yerini alamayacağıydı. Daha sonra yazının ufak bir bölümüyle sosyal medyada karşılaştım. Birisi yazıdan üç dört satır alıp paylaşmış. Altta da bir sürü insan kavgaya tutuşmuş. Beni destekleyenler, tarafsız kalanlar ve saçmaladığımı düşünenler birbirine karışmış. Vahim olan ise şu; yorum yapanların çoğunun yazıdan haberi yok! İlk birkaç yorum yazıyla ilgili. Ama sonra işler öyle bir sarpa sarmış ki sormayın! Yorumlar aşağıya doğru aktıkça, ben Millî Eğitim Bakanlığının uzaktan eğitim çözümlerine düşman, canlı ders anlatan herkesten nefret eden bir adama dönüşmüşüm. Benim neye dönüştüğüm aslında çok önemli değil. Zaten yazdığım yazı da çok orijinal fikirler içeren ve bu kadar tartışmayı gerektiren bir yazı değil. Ama gerçekten büyük emekler harcanarak yazılan yazılar ve önemli fikirler de sosyal medyanın çarkları arasında ezilip gidiyor. Bazen kitapların içinde saygın bir hayat yaşayan önemli cümleler, bağlamından koparılıp sosyal medyaya düştüğünde değerini ve anlamını yitirip önemsizleşiyor. Bazen de okunup geçilecek sıradan bir cümle binle çarpılıp tekrar bine bölünüyor. Sonuç aynı çıkıyor ama işlem yorgunluğu, herkesi büyük bir problem çözdüğüne inandırıyor. Sonuç olarak bütünü temsil edemeyen bilgi parçacıkları, toplumu temsil edemeyen bireyler tarafından hızla tüketilirken, tarihte eşi benzeri görülmemiş çapta büyük bir “temsil krizi” yaşanıyor.   Düşünce çarpıklığı   Tanıdık bir diş hekimi şöyle söylemişti; “Çocuklarda dişlerin yamuk yumuk çıkması ve hemen herkesin tel takmak mecburiyetinde kalmasının en büyük sebebi, işlenmiş gıdalardır. İnsan yaradılış itibarıyla sert gıdaları çiğnemelidir. Esmer köy ekmeğini yiyen bir çocuğun dişleri bozulmaz. Ama yumuşacık beyaz ekmek, dişleri çarpıklaştırır.” Bu durumda düşünce çarpıklığının temel sebebi, hazmı kolay olsun diye parçalanmış bilgi ve düşünceler olabilir mi acaba? Çünkü düşünce dünyamızda resmen kırıntılarla besleniyoruz. Birileri insanların fikirlerini alıp eziyor. Sonra kuşlara yem atar gibi ufak parçaları ortalığa saçıp kenara çekiliyor. Ve yaratılış olarak varoluş gibi büyük düşüncelere maruz kalması gereken zihinler, işlenmiş fikir kırıntılarıyla beslenince düşünceler de tıpkı dişler gibi çarpıklaşıyor. Bu arada düşünceler parçalandıkça, dilde de büyük bir kelime zayiatı yaşanıyor. Dil zayıfladıkça, düşünce zafiyet geçiriyor. Ve bütün âlemi içine sığdırabilecek kapasitede yaratılmış zihinler, modern zamanların daracık dil hücrelerinde resmen tutsak hayatı yaşıyor. Zamanla giderek daha da hamlaşan zihinler, düşünceyi yoracak herhangi bir fikirle karşılaştığındaysa büyük bir hazımsızlık yaşanıyor. İşin kötüsü bu hazımsızlığın adına da muhalefet deniyor!   Ruhsal obezite   Modern dünyanın belki de en trajik sahnesi, hiçbir düşünce üretmeden, sadece başkalarının düşüncelerine temelsiz, asılsız ve üslupsuz tepkiler veren insanların cep telefonlarının ekranlarında yaşanmaktadır. Bir yanda kitaplardan oluşan mükellef bir sofra var. Bir yanda da o sofraya oturmaya üşenen ve koltukta kaykılıp ekrandan abur cubur beslenen insanlar… Abur cubur bilgilerle beslenen insanın fikirleri de ancak atıştırmalık cinsten olur. Genelde “Üzerimde bir ağırlık var!” cümlesiyle teşhis edilen ruhsal obezitenin tedavisi için de en ideal egzersiz programı, düşünmek ve kitap okumaktır. Karakter sınırı olan pencerelerde bir nevi delilik yaşayan insanoğlu, artık aklını başına toplamak zorundadır! Yoksa bırakın resmin bütününü falan görmeyi, olaylara birkaç piksellik mesafeden bakarak, “Ona karşıyım, buna daha çok karşıyım, şunu hiç beğenmedim!” falan diyerek hayat geçmez! Daha doğrusu geçer de adına hayat denir mi, bilinmez!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.