"Bu kadıncağız bu ızdırapla yaşayamaz!.."

A -
A +
Nazan, Emre Can gittiğinden beri perişan bir hâldeydi. Ağlamaktan bitap düşmüştü. 
 
 
Emre Can acıyarak baktı adama. Sanki on yaş ihtiyarlamış gibiydi:
- Hayır baba, seni cezalandırmak benim hakkım değil. Hayatımda hep var olacaksın, olman gereken yerde duracaksın. Eğer istemezseniz sizi hiç karşılaştırmayacağım. Ama mademki annem ve babamsınız istesek de istemesek de bu gerçeği kabul etmek zorundasınız. Şimdi biraz uyuyup yeniden İstanbul’a döneceğim. Sabah sanıyorum öğleye doğru bir uçak var.
Yavaşça kalktı masadan ve iyi geceler dileyerek uzaklaştı. Halil merakla baktı arkadaşına:
- Bazı şeyler gizlenemiyor be Şerif...
Şerif kendi kendine mırıldandı:
- Biliyordum, bir gün hesabın döneceğini biliyordum. Kendimi kuş gibi hafiflemiş hissediyorum. Ne tuhaf değil mi? Bu yalan ve bu öfke omuzlarımda tonlarca ağırlıkta bir yükmüş... Oğlum artık istediği gibi davranacak. Neyi uygun görüyorsa!
Halil gülümsedi. Şerif’in gözlerinde hüzünle karışık bir huzur vardı.
- Haydi Şerif... Yine de seni kutlamak lazım. Adam gibi bir adam yetiştirmişsin...
             ***
Nazan, Emre Can gittiğinden beri perişan bir hâldeydi. Ne Neveser Hanımın, ne kocasının ne de Elif’in tesellileri fayda ediyordu! Ağlamaktan bitap düşmüştü. Doktor Süha Bey her gün geliyor, ona sakinleştirici ilaçlar veriyordu. Sonunda Önder’i salonda yakaladı emektar doktor:
- Önder, böyle olmayacak bu iş... Bu kadıncağız bu ızdırapla yaşayamaz. Bir şeyler yapmak zorundasın. Göz göre göre eriyip gidiyor.
Önder omuzlarını kaldırdı:
- Ne yapabilirim Süha Bey? Ne yapabilirim? Biri bana yardım etsin...
Doktor üzüntüyle baktı adama. Önder çok üzgün görünüyordu.
- Gel birlikte bahçeye çıkalım hem temiz hava alırız, hem de kapıya kadar geçirirsin beni.
Doktor ve Önder Tunalı bahçeye çıktılar. Kuş sesleri mimoza ağaçlarının arasından yükseliyordu. Yaz ayları kısa bir süre sonra sona erecekti. İki adam düşünceli bir şekilde ilerliyorlardı bahçede. Önder o sırada gördü bahçe kapısının önündeki karaltıyı. Gözlerini kısarak baktı kapıya. Gelenin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Tevfik Efendinin kulübesinden fırladığını gördü. Az sonra emektar bahçıvanın koşar adımlarla kendisine doğru geldiğini fark ederek başını salladı ve seslendi:
- Hayırdır Tevfik Efendi?
- Geçende gelen delikanlı beyim. Sizi görmek istiyor.
Önder gelenin Emre Can olduğunu anlamıştı. Koşarak gitti kapıya:
- Emre Can? Gel oğlum...
Genç adam çekingen bir şekilde girdi bahçeye:
- Haklıymışsınız... Babam terk etmiş annemi. Bugüne kadar beni kandırmış hep... Ben bilmeden, düşünmeden suçlamışım onu...
Önder Bey minnetle baktı genç adama:
- Oğlum, annen çok fena. O günden beri toparlanamadı. Bütün hayatımız boyunca seni aradık biz. Hep umutla yaşadı. Ama o gün umutlarını yitirdi. Seni temelli kaybettiğini düşünerek yıkıldı. 
Emre Can ağlamaklıydı. Kendisini suçlu hissediyordu.
- Beni ona götürün lütfen...
- Gel oğlum...
Yan gözle Doktor Süha Beye baktı:
- Abi, sen de gel... Belki aşırı heyecan bir zarar verebilir...
Üç adam hızlı adımlarla konağa doğru yürüdüler. Önder Allah’a dua ediyor, Emre can gerçeği gördüğü için şükrediyordu. Mermer merdivenleri çıkarken üçü de heyecanlıydı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.