Tayfun yemyeşil gözleriyle kendisine bakıyordu...

A -
A +
Esra, heyecan ve merakla bakındı etrafına. Hızlı adımlarla durağa doğru yürüdü...   Necile Hanım mahzun olmuştu. Omuzlarını kaldırdı: - Son iki hafta evden idare ederim artık. Kuru erzak var çok şükür. Onlarla yaparım bir şeyler. Cahit Bey sevgiyle baktı karısına… Sokak kapısını açtı. Mis gibi bir hava vardı dışarıda. Kapının önündeki erik ağacı çiçeklenmişti. Bembeyaz çiçeklerle dolu dalların görünüşü insana huzur ve mutluluk veriyordu. Dallarındaki küçücük serçeler telaşla ötüyorlardı. Ağır adımlarla yürüdü Cahit Bey. Necile Hanım onun arkasından üzüntüyle baktı. Son birkaç yıldır iyice çökmüştü kocası. Yaşının ilerlemesi nedeniyle içinde bulunduğu yorgunluğa karşı fazla direnemiyordu bedeni. Omuzları çökmüştü. “Allah başımızdan eksik etmesin, nice olur yoksa halimiz?” diye söylenerek girdi içeriye. Akşam için hazırlayacağı yemeklerin planlarını yapmıştı. Oyalanmadan evi toparlayıp pazara çıkması lazımdı. İşini yaparken kafasının içi oldukça meşguldü. Hakan’ın şu anda aldığı maaş ancak kurulu bir düzeni ite kaka idare edecek kadardı. Bu nedenle oğullarına hazırlayacakları hayatı tam düzeniyle kurmaları gerekiyordu. İçindeki diğer bir tedirgin edici nokta ise müstakbel gelin adayının varlıklı bir aileden olmasıydı. Kendi kendine söylendi: “Alıştığı bir hayat vardır o kızcağızın. Bunun dışına çıkmak ne kadar mutlu eder ki onu? Oğlum yetişebilir mi her şeye? Bizim de elimizde avucumuzda yok ki destek olalım…” Bu çekincesinden kocasına da bahsetmişti akşam yatmadan önce. Cahit Bey karısı gibi düşünmüyordu: - Necile, birbirlerini seven iki genç el ele verip her şeyin üstesinden gelirler… Bizi düşünsene. Bizim de öyle ahım şahım bir şeyimiz yoktu. El ele verip yaptık. Fazla üstelememişti Necile Hanım. Daha dereyi görmeden paçaları sıvamak istemiyordu. Oturma odasını güzelce süpürdü. Camları sildi. Tozlarını aldı. Temizlik her zaman kendini belli ediyordu doğrusu. Aydınlanmıştı odanın içi bir anda. Yeni örtüler çıkarıp serdi. Ardından banyoyu temizledi, mutfağı silip süpürdü. En son da antreyi toparladı. Temizlik işi bitmişti ama çok yorulmuştu. Son bir gayretle mantosunu giyip pazar çantasını da alarak çıktı dışarıya. İki saat dolaştı çarşıda. Her şeyi almıştı. Güçlükle taşıyarak getirdi eve. Pazar çantasını mutfağa bırakır bırakmaz oracıktaki sandalyeye çöktü. Sırtı, kolları ağrımıştı. Kendi kendine söylendi: “Haydi Necile, uyuşukluğun zamanı değil, ancak hazırlanır bu yemekler...” Tezgâhın üzerindeki pilli radyoyu açarak işe koyuldu. Yemek yapmayı oldum olası çok severdi…             ***
Esra okuldan çıkar çıkmaz heyecan ve merakla bakındı etrafına. Son iki derste içi içine sığmamıştı. Tayfun’u aklından çıkaramıyordu. Hızlı adımlarla durağa doğru yürüdü. Gözlerini kısarak baktı ileriye. Görünürde kimse yoktu. İçine bir karamsarlık çöktü bir anda. Dudakları kilitlenmiş gibi kapalıydı. Birkaç adım daha attı. Bir anda tam yanı başında sıcak bir nefes duyarak irkildi. Tayfun yemyeşil gözleriyle kendisine bakıyor ve gülümsüyordu... - Gelmedim zannettin değil mi? - Oh! Korkuttun beni... - Okuldan çıktığın andan beri seni izliyorum...  DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.