Erdoğan gibi dik durabilmek!

A -
A +
Erdoğan'ın silüetini gördüğünde dahi septik şok geçiren tiksindirici tiplere rağmen, ortada inkâr edilemez bir gerçek var.
Sevmedikleri o adam bu ülkenin çehresini kahramanca bir duruşla değiştirdi, değiştirmeye devam ediyor. 
Çok değil, bundan 10-15 yıl önce birileri karşımıza geçse ve "Amerika'ya, İngiltere'ye Almanya'ya ve dahi diğer dünya devletlerine meydan okuyacağımız günler yaklaşıyor" dese, "Bu adam balataları sıyırmış" muamelesi yapardık.
Erdoğan'ın bu süreçte neler yaşadığını gerçekten idrak edebiliyor muyuz? Vatanını canından aziz bilip dünyanın barbar ülkelerine meydan okumanın muazzam ağırlığı nasıldır, hissedebiliyor muyuz?
Darbe girişimleri atlatmak, suikast girişimlerine maruz kalmak, ölümün çığlığını her an kulaklarında hissederken bir an bile olsun korkmamak, geri adım atmamak ve daima ileri yürümek nasıl bir duygudur anlayabiliyor muyuz?
Bir yanda PKK, diğer yanda FETÖ, beri yanda DEAŞ, DHKP-C ve envaiçeşit terör örgütleriyle boğuşmak. İçimizde olup yanımızda olmayan ülkenin muhalif kanadıyla cebelleşmek. 
Ülkenin bir çakıl taşını kaybetmemek için, sınırlarının hemen dibinde bir terör devleti kurdurmamak için âdeta serden vazgeçmek. Karanlığı hiç aşamamış korkunç zorbalara karşı bir elif gibi ayakta durabilmek.
Ve aynı zamanda ülkenin ekonomisini ayakta tutabilmek için bir odadan diğer odaya geçer gibi ülkeden ülkeye, diyardan diyara koşturup durmak...
Kolay mı sanırsınız bunları?
Bütün bunları canı pahasına yapan adamın bizden, yani parti teşkilatlarından, dava arkadaşlarından ve tabii ki milletinden istediği tek ama tek bir şey oldu bugüne kadar:
"Dik durun. Bölünmeyin. Gereksiz kavgalara, anlamsız tartışmalara girmeyin. Ayağıma inatçı bir çalı gibi dolanacak meseleler üretmeyin. Ben bunlarla boğuşurken siz arkamı boş bırakmayın, gerisini bana bırakın!" 
Evet, sadece bunu istedi bizden...
Ve ne yazık ki biz bunu dahi başaramıyoruz.
Erdoğan'ın yüzünü cepheye, sırtını Türkiye'ye dönmesini fırsat bilenlerin yaptığı aptalca, ahmakça olaylarla ilgileniyoruz. Dünya devletleri bu ülkeyi bir lokmada yemeye çalışırken, biz de oturmuş birbirimizi yiyoruz.
Oturduğumuz masalarda, "O, onu demiş, bu şunu demiş. Falanca kişi kendi adamını falanca yere yerleştirmiş, filanca kişi şunu yapmış hatta bunu da yapmış" diye dedikodu yapmaktan öteye gidemiyoruz. 
Kör olduk âdeta, kör!
Gözümüzün önünde yaşanan ihanet oyunlarını görüyor ama sadece izlemekle yetiniyoruz. 
Birkaç örnek vermek gerekirse...
Adamlar, Türkiye'nin mahrem sırlarını Can Dündar isimli hain üzerinden dünyaya servis eden Enis Berberoğlu için kafile hâlinde Ankara'dan İstanbul'a yürüdüler. Bir an yalnız bırakmadılar, bir an "Hata yapmış" demediler.
Allem ettiler, kallem ettiler, milletvekili yaparak hapisten çıkardılar.
Adamlar, "Türkiye sarin gazı üretiyor" diyen bir iftiracıyı, "Yarın savaş olsa ben Türkiye'ye karşı İran'ın saflarında yer alırım" diyen bir alçağı aylarca, hiç bıkmadan, hiç usanmadan savundular.
"Size adamımızı yedirmeyiz" dediler âdeta...
"Türkiye Kürtleri katlediyor" diyen Sezgin Tanrıkulu'na, "YPG ve PYD terör örgütü değildir" diyen onlarca CHP'liye nasıl sahip çıktıklarını izliyorsunuz. Bugün görevden alınan HDP'li belediye başkanlarını nasıl savunuyor, Selahattin Demirtaş isimli katili nasıl seviyorlar görüyorsunuz. İçeride yatan FETÖ'cüleri nasıl desteklediklerini seyrediyorsunuz. 
Birkaç tanesini yine savuna savuna hapisten çıkardılar önceki gün. Göreceksiniz, diğerlerini de peyderpey çıkaracaklar önümüzdeki dönemlerde...
Hasılı...
PKK'sı, FETÖ'sü, CHP'si ve bizden ayrılıp giden koltuk meraklıları bir olup tek saldırı hâline dönüşürken, biz ne yapıyoruz dersiniz?
Dedim ya işte, birbirimizi yiyoruz.
Hani bunu mertçe yapsak yine gam yemeyeceğim. İzbe mekânlarda kurulan masalarda, nargile dumanları arasında fısıldaşarak konuşuyoruz.
Eleştirme, uyarma ve doğru yola davet etme adına yapılsa vallahi yine gam yemeyeceğim. Direkt kelle koparma, ayak kaydırma, rezil rüsva etme üzerine kuruyoruz oyunlarımızı...
Hakkı haykırsak, haklıya haklı, haksıza haksız desek yine gam yemeyeceğim. Dedikoduyla yapıyoruz bu işi de. "Aman benden duymuş olma, aman adımı verme" diyerek anlatıyoruz anlatacaklarımızı...
Bakın, kaç gündür Bülent Arınç'ın KHK ile ilgili sözlerini tartışıp duruyoruz. Bir iki kişi hariç kimseden ses çıktığını gördünüz mü?
Herkes telefonda ya da kapalı kapılar arkasında konuşup eleştiriyor. "E çıkıp orta yerde de konuşsana bunları" diyorsun, "Bu adam Reis'in istişare kuruluna seçtiği birisi. Ben şimdi bunun hakkında konuşup başıma iş almayayım" diye suspus oluyor.
Cumhurbaşkanı dün, "Arınç'ın HKH ile ilgili sözlerini esefle karşıladım" dedi ya. Siz şimdi bugün görün kahramanları. Erdoğan konuştuğuna göre artık ben de konuşabilirim" diyenlerin nasıl eleştirdiklerini izleyebilirsiniz sosyal medyada ya da televizyon kanallarında...
Oysa mesele Arınç'ı yemek değil ve olmamalı...
"Cumhurbaşkanı bunca hainle, bunca ihanetle uğraşırken sen bu KHK konularına giremez, içerideki ve dışarıdaki hainlere karşı elimizi zayıflatamazsın. Kendine gel" diye uyarabilmektir mesele...
Mesele bu süreçte Erdoğan'ın arkasında adam gibi durabilmek, Erdoğan'ın elif gibi duruşuna zarar verenleri uyarabilmektir. Mesele bu süreçte elimizi zayıflatanları ulu orta uyarmaktır.
En azından bu noktada Erdoğan gibi delikanlı olabilmektir mesele...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.