Koşun! Çocukluğunuza saklanın!..

A -
A +

Dr. E. İlhan Olgay... Ankara'dan yazıyor. Çocukluğundan söz ediyor bizlere. İçinde yaşadığımız kara günlerin bunalımından hiç olmazsa duygularımızda uzaklaşmak için bir vesile. Şimdiki çocukların dünyasıyla kıyas bile edilemeyecek kadar farklı bir dünya. Ama aynı zamanda o günleri bizlere aktaran bir vesika niteliğinde. Sizleri, doğal ama günümüz insanının yılda birkaç gün, "tatil" diyerek ona koştuğu insan ve doğanın iç içe güzelliğiyle dopdolu bir dünyayla başbaşa bırakıyorum... "Çocukluğumda yazın Kayaardı bağlarına taşınırdık. Zamanın tek nakil vasıtası (ulaşım aracı) merkeplerdi. Zenginlerin eşekleri iyi cins ve güzel olurdu. Şakir Ağa'nın eşeğine herkes hayrandı. Bağımıza giderken kayanın tepesine geldiğimizde, bahçelerimizin uçsuz bucaksız yemyeşil deniz gibi görüntüsü, içimize hudutsuz huzur bahşeder (bağışlar), çeşitli kuş cıvıltıları orkestrası bizleri coştururdu; mutluluktan uçardık... Baharda ağaçların rengarenk çiçeklerle süslenmesi, hele su arklarının kenarında kendiliğinden yetişmiş menekşelerin, sümbüllerin enfes kokusu insanı mest ederdi (kendinden geçirirdi). İşte Kayaardı bağları renk, koku ve kuş cıvıltıları ile âdeta bir Cennetti. O zamanlar insanlarımız da Cennete layık insanlar gibi, son derece kadirşinastı (kıymet bilirdi) , hayâ (utanma duygusu), edep, tevekkül (Allaha güven) yüklüydü. Babamın; kurumuş bir fidana bakıp gözyaşı döktüğünü, avucunda tuttuğu meyvayı seyrederken "Hey Ya Rabbi" diye haykırdığını hiç unutamam. Burada, ne fidanın vereceği meyva, ne de avucunda tuttuğu meyvanın midevî yönü değildi onu etkileyen. İç âlemindeki manevi zenginlikti, tefekkürdü (düşüncelerdi), hayretti, hayranlıktı, sevgiydi, aşktı, heyecandı, hudut tanımaz zevkti dışa vuran... Değeri bilinseydi dünyayı dize getirebilecek olan o ahlâk hazinemizin kayboluşuna yanar, şimdiki zevk ve davranışlarımızdaki basitliklere zaman zaman ağlarım. Bağımız şehre yaya bir saate yakın mesafede idi. Gece yarısı hastalananları şehre ulaştırmak mesele olurdu. Esasen hastanemizde bir hekim ya bulunur, ya bulunmaz. İlkokul öğretmeni olan babama hasta yakınları müracaat ettiklerinde gece yarısı da olsa hiç üşenmeden evlerine gider yardım ederdi. Çünkü onlar; kul hakkı, komşu hakkı, edep, sabır gibi dinimizin buyrukları ile eğitilmişlerdi. Dünyanın bin yıldır gıpta edip (imrenip), erişemediği üstün karaktere sahiptiler. Onun için atamız: "Ne mutlu Türküm diyene" demişti... 1940 yılında babam emekli olunca köylülerin isteği ile gittiği köyde bildiklerini öğretmekle kalmamış, suyu, yeşili olmayan o yeri elbirliği ve gayretle âdeta Cennete çevirmişler. 1942 yılı yazında biz bağda iken, babamın hastalanarak hastaneye geldiğini haber verdiler. Annem, kardeşlerimle telaşla çıkarken beni evde bıraktılar. Ama duramadım, biraz sonra çıplak ayakla şehre doğru koşmaya başladım. Kayanın tepesinde tanıdıklarla karşılaştım. Eve dönmem için ısrar ettiler, karşı koyamadım. Altı kardeştik. En küçüğü ben ilkokulda idim. Ablalarım ortaokulda, ağabeyim lisede okuyordu. Babam, hepimizi en iyi yetiştirmek hevesindeydi. Alfabeyle birlikte Kur'an-ı kerim harfleri olan "elif" ve "be"yi öğretirken şefkatle başımı okşaması gözlerimin önüne geldi: "Bir kanadımız iman, diğeri ilim olmak üzere en yükseklere uçacağız, dünyaya meydan okuyacağız", "Bu millet en zor anında Atatürk'ü sinesinden çıkarmış büyük millettir." Diyordu. Hep güzel düşünür, güzel konuşurdu. "Duvarın gözü var, kulağı var" buyururdu. Bizler ufacıkken, başkalarının görmesini, işitmesini istemediğimiz hataları yalnızken de yapamazdık, hayâ ederdik. Bu duvar bizim hayâ (utanç) duvarımızdı; büyüyünce de ar (utanma) perdemiz oldu, ziynet oldu bacılarımıza, baha biçilmez hazinelerin temeli oldu... Anneme haber getirenlerin de, beni yolda karşılayanların da gözleri dolu dolu idi. "Yoksa babamızı kaybettik mi?" diye düşünmeye başladım, kan ağlıyordum. Kayanın tepesinden bağlarımıza doğru baktım; görüntüsü hiç bu kadar sevimsiz, bu kadar kapkara olmamıştı. Adeta Cehennem gibi görünüyordu. Sayısız ağaçlar sanki kapkara giyinmişler, üzerime üzerime geliyordu. Çaresiz teslim olacaktım...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.