Yazık değil mi bu millete?

A -
A +

Ankara'dan E. İlhan Olgay'ın duygularını düşüncelerini, kendi çocukluk zamanındaki insan olgusuyla, günümüz insanının kıyasını yapan hatırasını yayınlamaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Diyordu ki Dr. E. İlhan Olgay: "Çocukluğumda yazın Kayaardı bağlarına taşınırdık. Zamanın tek nakil vasıtası (ulaşım aracı) merkeplerdi. Zenginlerin eşekleri iyi cins ve güzel olurdu. Şakir Ağa'nın eşeğine herkes hayrandı. Bağımıza giderken kayanın tepesine geldiğimizde, bahçelerimizin uçsuz bucaksız yemyeşil deniz gibi görüntüsü, içimize hudutsuz huzur bahşeder (bağışlar), çeşitli kuş cıvıltıları orkestrası bizleri coştururdu; mutluluktan uçardık. Baharda ağaçların rengarenk çiçeklerle süslenmesi, hele su arklarının kenarında kendiliğinden yetişmiş menekşelerin, sümbüllerin enfes kokusu insanı mest ederdi (kendinden geçirirdi). İşte Kayaardı bağları renk, koku ve kuş cıvıltıları ile âdeta bir Cennetti. O zamanlar insanlarımız da Cennete layık insanlar gibi, son derece kadirşinastı (kıymet bilirdi), hayâ (utanma duygusu), edep, tevekkül (Allaha güven) yüklüydü. Babamın; kurumuş bir fidana bakıp gözyaşı döktüğünü, avucunda tuttuğu meyvayı seyrederken "Hey Ya Rabbi" diye haykırdığını hiç unutamam. Burada, ne fidanın vereceği meyva, ne de avucunda tuttuğu meyvanın midevî yönü değildi onu etkileyen. İç âlemindeki manevi zenginlikti, tefekkürdü (düşüncelerdi), hayretti, hayranlıktı, sevgiydi, aşktı, heyecandı, hudut tanımaz zevkti dışa vuran..." Okuyucumuz böylesi hoş bir dünyada çocukluğunu yaşamaktayken, babası hastalanır bir gün. Gerisini yine onun kaleminden okuyoruz: "Annemler acı haberi getirdiler. Babam köyde hastalanmış, merkeple hastaneye yetişebilmiş, çocuklar üzülmesin diye bizlere bildirmemiş, acilen ameliyata almışlar ama ameliyatta vefat etmiş. Annem ve altı kardeşimle; yeni çetin bir hayat mücadelesine koyulduk. Babamıza lâyık olmak, onun arzularını yerine getirmek zorunda idik. Sorumluluğumuz pek ağırdı. O zamanın insanları iyilik doluydu. İslâm ahlâkının iyi birer temsilcileri idiler. Engelleri birlikte aştık. Onlar gibi, hatıraları da huzur kaynağım, enerji kaynağım oldu. Onlara lâyık olmayan her hareket karartmakta benim dünyamı. Babamı kaybettiğim an gibi soldurmakta marul bahçelerimi. Çapsız çağdaşlık özentileri fazilet duvarlarımızı yıkmakta, şimdi artık hayâsızlar (utanma duygusu olmayanlar) duvar tanımıyor. Giyinişlerde, davranışlarda, sözüm ona sözde esprilerde hayâsızlık kol geziyor. Eskiler: "Ar (utanç) perdesi yırtılandan her şey beklenir" derlerdi. Gerçekten bu yüzdendir ki yolsuzluklarda dünya dördüncüsü olduk. Kendi üstün karakterimizi bırakıp Rus'a özendik. Nihayet Rusya'yla yolsuzlukta kolkolayız. Belli ki ağaçlarımızın köklerine parazitler dadandırılmış, yaprakları kararmış. Beyinlerimiz de yabancı kurtlarla işgal edilmiş olduğundan bizler o ulu çınarı değil kurtları korumaktayız. Allahım daha fazla dünyaya rezil etme, yeşile hasret bırakma bizi, karartma yeşillerimizi. Yine: "Edep yahu!.." diye silkelenip kurtlarımızı dökelim. Uyanıp yeniden dünyada söz sahibi olalım. Bu yazımı zarfa koyarken bir ulu çınarımızın da göçtüğünü, değerli hocamız Ahmet Kabaklı beyefendinin vefatını radyodan işittim. Ağladım, ağladım. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın. Yakınlarına, sevenlerine yüce Yaradan sabır ihsan eylesin." Bilmem başka söze hacet var mı? Günümüzde yaşanan onca sıkıntı ve ard arda gelen ekonomik felaketlerde insan hep aynı şeyi düşünüyor. Nereye kadar bu yolsuzluk? Nereye kadar bu hortumlama? Bu ne utanmazlık, bu ne seviyesizlik. Yazık değil mi bu güzel millete? Yazık değil mi bu güzel memleketin güzel insanlarına...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.