‘Görmezlik özür değildir'

A -
A +

İlk defa "görmez" olduğumu beş yaşında fark ettim. Hiç unutmuyorum, Almanya'da çalışan babamın halaoğlu vardı. Ağabeyimle bizi 1970 yılında Ankara'ya ismi Cavit Örgen olan bir doktora götürdüler. Doktorun muayenedeki söylediği şu sözü net olarak hatırlıyorum. Babama söylüyordu: "-Evladım bu çocukları, körler okulu var oraya götürün. Okurlar istikballeri kurtulur. Görse de görmese de artık çok önemli değil. Sinir damarları kurumuş. Bunlara çare yok..." İlk film orada koptu. Babam, ağabeyimle beni önce alıp köye götürdü. Bir yaz günüydü. Bir dükkan önünde uzun süre oturduğumuzu hatırlıyorum. Akşam köyün girişinde annem karşıladı bizi. Tarifi zor bir hasret duygusuyla sarıldık birbirimize ve ağlaştık. Elimde de bir margarin poşeti vardı. Eve yağ getirmişiz. Onu anneme verdiğimi hatırlıyorum. Otuz yıldır dinmeyen acı Babam, okula yazdırmak üzere bizi Milli Eğitim Bakanlığına götürdü. Orada bir elinde ben, öbür elinde de ağabeyim Ankara sokaklarında gezerken ikimizin de elinden tutuyordu babam. "Galiba bizim gözümüz görmüyor ki babamız bizi götürüyor" demiştim. O da içimi burkmuştu o zaman. Bir de sanıyorum 1971'in Şubat ayında "Çocuklarınız Gaziantep Körler Okulu'na yerleştirilmiştir. Okul idaresiyle irtibata geçin" diye resmi bir zarf geldi. O zaman da bizim diğer çocuklardan farklı olduğumuzu, anladım yüreğim burkularak. En son, babam bizi alıp adı geçen okula götürdü. Çocukluk ya, babamla birlikte gittiğimiz her yerden babamla birlikte döneceğimizi bildiğimiz için, hiç endişemiz yoktu. Babam öğleye kadar okuldaki idarecilerle görüştü konuştu... Sonra biz orada oynarken bir de baktık babamız yok. Orada önemli bir titreşim oldu. Filmin önemli kısmı koptu. "Eyvah" dedim, babam bizi bırakıp gitti. Altı yaşında falanım. Biz başladık ağabeyimle ağlayama. O yalnızlığı Allah kimseye yaşatmasın... Sonra bizden önce gelen çocuklarla oynamaya falan başladık. Daha sonra okula alıştık. Sonra hayata alıştık. Alıştık ama insanın içine düşen öylesi bir ateş, öyle bir acı veriyor ki, bu acı aradan otuz yıl da geçse unutulmuyor. Şimdi boyum kadar çocuğum var, hâlâ o acıyı unutamıyorum. Görme ve biz Öncelikle şunu tespit edelim. Hiç görmeyen arkadaşlarımızda renk diye bir kavram yok. Sadece eşyalar ve onların sert yumuşak oluşu, acı ekşi oluşu, kağıt, bez, tahta, taş toprak oluşu gibi dokunma hissiyle sizlerin algılayabileceği gibi bizim için objelerin eşyaların ancak o kadar değeri var. Şimdi benim gözümde projeksiyon seviyesinde parlaklık var. Eşyalar parlak ya da mat, siyah ya da beyaz gibi çok az bir ayırım imkanı var. Biraz önce eşyaları tarif ederken yaptığım gruplamalar gibi, bende eşyaların bir de renk değeri var. Açık ya da kapalı, gece ya da gündüz. Işık açık ya da değil, dolabın rengi koyu ya da beyaz gibi. Ama bunlar çok yakın bir mesafede iken. Örneğin bende kağıt, genelde beyazdır. Ama onların ton rengi yok. Farkı ışığın ve karanlığın arasındaki ayrım kadar. İnsan yüzüne gelince bizim açımızdan, gerek benim durumumda gerekse hiç görmeyen insanlarda, insanların çirkin ya da güzel, yakışıklı olup olmamalarının birinci dereceden bir önemi yok. Fakat çevre şartlarından, insanların diyaloglarından dolayı sadece insanlar gibi uyumlu giyinmek, düzenli tertipli olmak gibi kaygılarımız var. Gören bir eş ve üç çocuk Bir görme engelli, eş seçerken mümkün olduğu kadar genel vücut hatlarını dikkate alabilir ama yine de görenler gibi birinci dereceden değil. Bizleri ilgilendiren tarafı, birinci olarak engelli birine karşı tutum ve davranışlarındaki samimiyet ve hassasiyettir. Bir görme engelli hanımın ya da bir erkeğin gören bir hanıma ya da erkeğe ilgi duymasındaki temel kriter bu. Ondan sonra tabii ki fikirler bazında da uyum aranır. Yakışıklılık güzellik gibi dış görünüşü ilgilendiren daha soyut kavramlar sonra gelir. Benim gören bir eşim var. 1987 yılında ailelerimiz tarafından tanıştırıldık. Evliliğimde benim görmezliğimden kaynaklanan bir anlaşmazlığımız olmadı. Üç cocuğum var onlarla da yakınen ilgiliyim. Onlar babalarının görmez olduğundan hiç ama hiç üzüntü duymadılar. Onlar gören çocuklar. Hepsi de toplumla, arkadaş çevresiyle uyumlu. Ve şimdi onüç yaşındaki kızım, artık babasını daha bir uyumlu daha bir gösterişli kıyafetle dışarı çıkması için yardımcı oluyor. Çocuklarım babasıyla gurur duyuyor. Demek ki gençler evliliklerde görmezliğe kendi kafalarına göre rezerv koymamalı. Görmezlik özür değildir... Bir genç kız evleneceği zaman, görmez ama, uyumlu, görgülü, terbiyeli, evine bağlı, çalışıp evine ekmek getirebilecek biriyle görmediği için evlenmeyi bir tarafa bırakıp da, gecenin ikisine üçüne kadar kazandığını barlarda meyhanelerde tüketen, yakışıklı ama bol para kazanıp sorumsuz bir hayat süren "gören" erkekle evlenmeyi tercih ederse, bence o "körlük" etmiş olur. 21. asır, kendini adayanların asrı "21. asır kendini adayanların asrı olacak..." Şu anda 36 yaşındayım. Bu yaşa gelene kadar hep gece ayrı gündüz ayrı meşguliyetim oldu. Zamanı ziyan etmeden kademe kademe, kare kare doldurmaya çalıştım. Bunun temelinde bana iyilik eden insanların katiyen mağdur edilmemesi ve onlara vefasızlık edilmemesi kuralını uyguladım. İkincisi de insan ancak eğitim görürse işe yarar. Bir iş adamının huzuruna gidip de "iş istiyorum" deyince, "Ne iş yaparsınız?" sorusuna "Ne iş verirseniz yaparım" demek, sizin hiçbir iş yapamadığınızın tasdiki anlamına gelir. Ama o soruya "Efendim ben çok iyi bir santral operatörüyüm. İki yabancı dilim var. Yurt içi ve dışındaki telefonları doğru adreslerine yönlendirebilirim..." diye cevap verdiğinizde karşınıza iki şık çıkacaktır. Ya mertçe "Şu anda santral operatörüne ihtiyacım yok" denecektir. Ya da "Hemen yarın işe başla!.." İşte insanların toplumdan beklentilerini sıralamadan önce ne yapabildiklerini ortaya koymaları lazım. Şu anda ülkede herkes siyasetçi, herkes ekonomist. Ama hiç kimse bedeniyle, ruhuyla kişiliği ve servetiyle ülke siyaseti ve ekonomisini düzeltmek için kendini adamaya hazır değil. Şu anda aktif durumda olanlar da "Önce kendimi garanti altına alayım sonra ülkemi düşüneyim" diyor. Yok öyle bir şey. O yüzden engelli arkadaşlarım altmış yaşında olsalar bile eğitim denilen o sihirli tünele bir an önce girsinler. Çok örneği var ama sadece birini söyleyeyim. Mardinli bir Mehmet amca var ki 65 yaşında Hukuk Fakültesini bitirdi. Onun da gözleri görmüyordu. Radyo DJ'liği Kesinlikle iddia ediyorum "Radyoculuk tarihinde kültür radyoculuğu anlamında TGRT FM'den daha başka örnek gösterilecek bir radyo yok" 1995 yılında kısa bir süre birlikte olduğumuz ve radyoda görev yapan arkadaşımız Selçuk Bayrak bir gün dedi ki, "Program kuşakları içinde radyoda özürlülerle ilgili yorum isteniyor. Yardımcı olur musun?" Konuyu TGRT FM'in Genel Müdürü Sayın İlhan Apak beye iletmişler ve çok olumlu cevap alınmış. O yıl, "Öğle üzeri" diye yayınlanan bir programda, haftalık on dakika radyoda yorumcu olarak mikrofonla tanıştık... Daha evvel de 15 yıldan beri santral operatörlüğü yaptığımız için insanlarla diyalogda tecrübemiz vardı. Daha sonra 1996'da Perşembe günleri saat 16.00'daki programda "Konuşmacı uzman konuk" oldum. 1997'de bu program "Yılmayanlar" isminde devam etti. Sadece engellilerle ilgiliydi. Daha sonra "Gecelerin Sırrı" diye daha geniş katılımlı bir program daha yapmaya başladık. Bu iki program da halen devam ediyor. Bugünkü haliyle, Perşembe 24.00'ten sonra, Cumartesi 22.00 haberlerinden hemen sonra yayına giriyor. "Yılmayanlar"la birlikte haftada yaklaşık 7 saatlik bir canlı yayın potansiyelimiz var. "Gecelerin Sırrı"nda, her yaştan herkesin katıldığı güzel bir program oluşuyor. Kimdir? 1965 Antakya doğumluyum. İlk ve ortaokulu Gaziantep Görme Engelliler yatılı okulunda okudum. Lise birinci sınıfı Niğde Bor'da lise 2 ve 3'ü Ankara'da okudum. 1989'da İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. Aynı yıl yine Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünü kazandım. Yalnız, bir yıl hazırlık, ikinci yıl da bölüm okuduktan sonra ikinci lisans olduğu için yaş 29 olunca tabii ki çoluk çocuk da vardı. Birçok olayı paralel yaşadığım için yarım kaldı. Fakülte üçüncü yıla geçtiğimde Eylül 1987'de evlendim. İlk çocuğum 1988'in 28 Ağustosunda dünyaya geldi. 1993'te ikinci, 1994 yılında da üçüncü çocuğumuz oldu. 1993 yılından bu yana İhlas Holding bünyesinde çalışıyorum. 1996 yılından bu yana TGRT FM'de çalışmalarım devam etmektedir. 1989 yılında Türkiye Görmezler Eğitim ve Himaye Derneğine üye oldum. Başkan yardımcılığına kadar birçok kademede görev aldım. 1994 yılında Körler Federasyonu Genel Sekreterliğine seçildim. 1996 yılına kadar bu görevimi devam ettidim. Ayrıca Beyazay Derneğimizin de kuruluş çalışmalarında emeğimiz oldu ve oranın da üyesiyim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.