Kendimize gelelim

A -
A +

Ankara'dan Dr. İ. Ethem Olgay'ın duygularını okumaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Okuyucumuz, birer birer yitirdiğimiz moral değerlerimizi saymaya niyetlendiğini, say say bitmeyince de, "eyvah galiba kendimizi yitirmişiz" diye düşündüğünü açıklıyordu. Askere polise öğretmene gösterilen saygıyı ve sevgiyi, onların sivil halkla iç içe oluşunu, bugün ise bu güzide kurumlarımızın ve toplumumuzun sanki bilerek ve istenilerek iki ayrı safa çekilmek istenircesine birbiriyle karşı karşıya getirtilmek istendiğini vurgulamak istiyordu... "Sevgiyi, saygıyı, edebi, hayayı, yiğitliği, gayreti, dürüstlüğü ve ilmi; en uyumlu en güzel, en zarif nakış olarak aynı gergefe işlemiş bir ulu millettir benim milletim. Bugün bu güzel umdelerin adını dahi bilmeyenlerimiz var aramızda... Oysa o nakışın deseninde Hazret-i Ömer'in devlet başkanı iken, yamalı elbisesi ile fakir bir vatandaşının evine sırtında yiyecek taşıyacak kadar halkının içinde ve hizmetinde taşıması vardır. O nakışın deseninde, İbrahim Ethem hazretlerinin, saraylar içerisinde iken, sarayındaki o maddi ihtişamı, debdebeyi, bugünün hortumlama zavallılığına nisbetle, ilim ve mana alemi için terk edişi vardır. Osman Gazi, Orhan Gazi, Murat, Fatih, Yavuz gibi ünlü devlet adamlarımızın, Şeyh Edebali, Akşemsettin, Hacı Bayram-ı Veli gibi mana ulularının manevi okyanuslarına dalıp arınışları vardır. Yine o nakışın deseninde, "İlim öğrenmek dinimizin emridir" diyerek Ebubekir Razilerin, Ebu Reyhan Birunilerin, Piri Reislerin, Ali Kuşçuların, Katip Çelebilerin, binlerce İslam aliminin, Türkistan'dan Endülüs'e kadar mecnun derecesinde aşkla, "ilmi arayış ve alış veriş seferleri" vardır. Rogar Bacon'un itiraf ettiği gibi, "İslam, müsbet ilmin gerçek bilgiye götürecek tek yol olduğunu bıkmadan çağdaşlarına telkin etmiş, böylece Müslümanların tecrübe metodu Avrupa'ya yayılmıştır" Demek ki geri kalmışlığımızın sebebi asla dinimiz olamaz. Ziya Paşa'nın, "Ger Endülüs olmasa Ziyadâr, Kim Avrupa'yı ederdi bidar!" Dediği gibi Avrupa'ya ilmi, edebi yayan atalarımızdı. Zira ilmi araştırma gayret ister. Her türlü zorluğa sabır ister. Nefse hakimiyet ister. Manada yükselmiş, nefislerine hakim atalarımız böyleydi. O halde ne oldu bize? Nerede bir çirkinlik görsem, "Acaba bu bir Bizans karakteri midir?" derim. Bizansla içli dışlı olduk. Onlar bulaştırdılar mikroplarını. O öyle bir virüs ki her kılığa giriyor. Yapı değiştiriyor. Vücudumuzun yapısını da taklit edip kendi müdafaa hücrelerimizi yanıltıyor. Tıpta buna "Otoimmün hastalıklar" diyoruz. Yanıltılan müdafaa yani savunma hücrelerimiz kendi bünyemizle savaşıp ölüme kadar götürebiliyor. İşte bu virüs muhteşem Osmanlıya , manevi değerlerle birlikte ilim tahsili yapma alışkanlığını terk ettirdi. İlimde geri bıraktırdı. Şimdi ise din kavramlarında yanıltıyor veya çağdaşlık maskesi altında dine, hatta aile yapısına insanlarımızı düşman kılıyor. Bugün, insanı hayvanlaştıran zevkler peşinde koşan, doymak bilmeyen seviyesizlikleriyle bizi bu dünyaya rezil eden sözde büyük adamlarımızı gördükçe, ilmi araştırmada dünya sonuncusu, alkol tüketiminde ön sıralarda olduğumuzu öğrendikçe kahroluyorum. Belli ki çare, nefse hakimiyeti, dürüstlüğü, sağlam aile düzenini, gayreti, hayayı, ilmi emreden kendi öz kültürümüzü yeniden tesis etmektedir. Yeniden ona dönüştedir. Yani, çare manevi ve ilmi eğitimdedir. Ama ne mümkün. Bizans virüsü kanımıza işlemiş. "Kendimizi yitirmişiz. Beyinleri alkolle uyuşmuş sefih Bizanslıların kalelerini kuşatan Alp-Eren yiğitlerimizi, Uyvar önünde şanlı Türkleri, Bütün Avrupa'nın ayağımıza kapandığı anları hatırlıyorum. Şimdi de onların ayaklarına kapanmak üzere zorlanışımızı. Kahroluyorum. Ne olur kendimize gelelim. Yemin ediyorum ki çözüm burada. Yanlış yollarda boşuna koşmayalım. En derin saygılarımla.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.