Ablamdan işittiklerim ve anılarım...

A -
A +

A nnem ufak tefekti. 1930 yılında bana hamile kaldığında artık isyan eder, "bu çocuğu aldıralım" der. Babam, çocuğun aldırılmasının günah olduğuna inanır. Eşini üzmekten de o derece sakınır. Niğde'de o zamanlar sadece bir doktor vardı. Babam annemin üzüntüsüne dayanamaz. Doktorun annemi ikna ederek teskin etmesi için kalben dua ederek annemi, yürütmeye kıyamadığından sırtında doktora götürür. O devirde ilçede motorlu araç yok. Doktor muayene sonrası der ki: "Hanım sen bu çocuğu aldıracaksın ama ya ileride sana ve ülkemize çok hayırlı bir evlat olacaksa?" Annem ikna olur ve geri dönerler. Bu haberi geçenlerde en büyük ablamdan öğrendim ve dört köşe oldum. Rahmetli babam çok insaflı, hassas, herkese iyilik yapmaktan hoşlanan, kul hakkından son derece korkan bir yapıdaydı. Yazın merkeple şehre bir saat mesafedeki Kayaardı denilen bağımıza taşınırdık. Bahçelerimiz birbirimizden alçak duvarlarla ayrılmıştı. Komşudan bizim bahçemize sarkan ağaçlardan bize dökülen meyveleri komşuya iade ederdik. Komşular, dökülen meyveler karışmasın diye birbiriyle aynı hizaya aynı meyveyi dikmezdi. Armut olan hizaya armut, elma olan hizaya elma dikilmezdi. Bir gün babam, ablamı komşuya yollamış. Dönüşte ablam, bizde olmayan bir kayısı cinsini ağaç altına dökülmüş olarak görünce almış. Eve geldiğinde babamın siteminden korkarak avucunda sımsıkı tuttuğu kayısının suyu damlamakta imiş. Babam: -Avucunda ne var? diye sorup durumu öğrenince: -Bahçe sahibinden izin almadıysan derhal o kayısıyı yerine koy, der. Ablam denileni yapar. Ama babam çok iyi bir eğitmendir. O gün akşam aynı cins bir sepet kayısıyla eve döner. Saatlerce mesafeyi merkeple gitmiş. Şehirden ablamın imrendiği o kayısıdan almış, başını okşayarak ona ikram etmiş. Yani sadece yasaklamak yok, ödüllendirmek de olmalı... İşte o sebepledir ki ablam, yıllar sonra bugün, markette tadına bakmak için yediği bir tane kiraz için, sonradan içinde ukde kalıp, tekrar giderek market sahibinden helallik istemiştir. Babam insana, hayvana, hatta bitkiye karşı sevgi dolu idi. Bir seferinde kurumuş ufacık fidanın dibinde onu okşayarak ağladığını gördüm. Öğretmenlikten emekli olmasına rağmen bizi okutmak istediği için yedi sekiz saatlik uzaklıktaki bir köyde öğretmenlik yapmaya ve ek gelir edinmeye çalışır. O köyden evimize iki haftada bir ancak gelirdi. Bir kış günü köyden dönüşünde kaşlarının, sakallarının kar ve buzla kaplı hali ufacık çocukken beni nasıl kahkahaya boğmuştu. Yazın bağa taşınmıştık. Babamın köyden hastaneye getirildiği haberini aldık. Annem ve kardeşlerim telaşla hastaneye koştular. Ağabeyim üniversite kaydı için Ankara'da, ablamın biri ortaokulda bütünleme imtihanında idi. En küçük olduğum için beni evde bıraktılar. Bir saat geçtiği halde haber alamamıştım. Akşam babamı kaybettiğimizi öğrendim. Bağırsak düğümlenmesi olmuş. Merkeple hastaneye taşımışlar. Ameliyattan çıkamamış. Nasıl üzüldük anlatamam. On yaşındaydım: "Ağlama anneciğim, erkek olarak bütün ev işlerini yapacağıma söz veriyorum" diyor, içimin kan ağladığını onlara belli etmemeye çalışıyordum. Büyüdüğümde onlara daha çok yardımcı olabilmek için derslerime aşırı gayret gösteriyordum. O yıllarda aldığımız terbiye ve kul hakkına riayet etmek hayat düsturumuz oldu. Bize bu eğitimi veren büyüklerimi rahmetle anıyorum. Opr. Dr. Ethem İlhan Olgay-Ankara >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.